2008 - 2009 yıllarında bazı filmler hakkında yazdığım kısa "eleştiri"lerin ikinci bölümü.
Filmlerin adlarının yanında bulunan puanlar filmlere 10 üzerinden takdir ettiğim notlardır.
Yazıları yazıldıkları zamanki hallerinde bırakmayı tercih ettim.
Film Yazıları (A - L) için tıklayınız.
Ma Vie En Rose / My Life in Pink (1997) 9/10
Yönetmen: Alain Berliner, Senaryo: Alain Berliner, Chris Vander Stappen
Fransa,
Belçika, Birleşik Krallık; 89 dakika
Oyuncular:
Georges Du Fresne (Ludovic Fabre), Michèle Laroque (Hanna Fabre), Jean-Philippe
Écoffey (Pierre Fabre), Hélène Vincent (Élisabeth), Daniel Hanssens (Albert),
Laurence Bibot (Lisette), Jean-François Gallotte (Thierry), Caroline Baehr
(Monique), Julien Rivière (Jérôme), Marie Bunel (Psikanalist), Gregory Diallo
(Thom Fabre), Erik Cazals De Fabel (Jean Fabre), Cristina Barget (Zoé Fabre)
Dört çocuklu bir ailenin en küçük
bireyi olan Ludovic -7 yaşındadır- cinsel kimliğini keşfetmeye çalışmaktadır.
Biyolojik olarak erkek kategorisine girmekle birlikte o kendisini kız gibi
hissetmektedir.
Genellikle çok kanlı filmler ekstrem
(uçlarda) sinema kategorisine sokulur. Ama bu film yedi yaşındaki bir çocuk
üzerinden eşcinselliği, toplumsal ön yargıları, dışlanmayı işleyerek tek damla
kan akıtmadan uçlarda dolaşıyor.
Her ne olursa olsun insanı olduğu
gibi kabul etmeyi çok güzel işlemiş bence. Zaman zaman fantastik sahneler
yoluyla meramını kestirmeden anlatmaya çalışması bence filmin tek zayıf
noktası.
Merhamet, toplumdan dışlanma, sevgi
(özellikle evlat sevgisi) üzerine yer yer çok dokunaklı bir hal alan etkileyici
bir film.
İmdb.com notu 02 Temmuz 2009’da
4.400 oya göre 7,4. Ben 9 verdim. 841 kişi (% 19,1) benimkiyle aynı notu
vermiş.
Madagascar / Madagaskar (2005) 7/10
Yönetmenler: Eric Darnell, Tom McGrath, Senaryo: Mark Burton, Billy Frolick,
Eric Darnell, Tom McGrath
ABD;
82 dakika
Karakterler:
Alex (aslan), Marty (zebra), Melman (zürafa), Gloria (suaygırı), Julien (lemur
kral), Maurice, Mort (sevimli lemur)
New York hayvanata bahçesindeki dört
hayvan, penguenlerden ve zebradan etkilenerek hayvanat bahçesinden kaçarlar.
Yakalanırlar. Bu kez Afrika’daki bir vahşi yaşam parkına götürülürlerken
kutuları gemiden düşer. Kendilerini Madagaskar’da bulurlar.
Ana karakteri oluşturan dört
hayvandan çok, psikotik penguenlerin ve lemurların omuzlarında yükselen bir
animasyon filmi. Onların sağladığı eğlence görülmeye değer.
İmdb.com notu 15 Nisan 2009’da
46,147 oyla 6,6. Ben 7 verdim. 12,694 kişi (% 27,5) aynı puanı vermiş –ki en
fazla oranda bu puan verilmiş.
Madagascar: Escape 2 Africa / Madagaskar 2 (2008) 5/10
Yönetmenler: Eric Darnell, Tom McGrath, Senaryo: Etan Cohen, Eric Darnell, Tom
McGrath
ABD;
89 dakika
Karakterler:
Alex (aslan), Marty (zebra), Melman (zürafa), Gloria (suaygırı), Julien (lemur
kral), Maurice, Mort, Zuba, Makunga, Moto Moto (erkek su aygırı)
Kahramanlarımız tamir ettikleri
uçkala New York’a doğru yola çıkarlar. Fakat Afrika’ya, Alex’in doğduğu vahşi
yaşamı koruma parkına zorunlu iniş yaparlar. Penguenler, maymun işçilerle
birlikte yeni bir uçak yaparken, Alex ve arkadaşları köklerine dönmenin zevkini
çıkarır.
Animasyon tekniği ilk filmdekinden
daha başarılı, ancak ilk film kadar eğlenceli değil. Etçil hayvanlarla otçul
hayvanların doğadışı dostluğu bu bölümde daha çok göze batmış ve zorlama durmuş
sanki. Yardımcı karakterler olan penguenler ve lemurlar yine çok başarılı.
15 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
notu 19.056 oyla 6,9. Ben 5 verdim. 1149 kişi (% 6) aynı puanı vermiş.
Martyrs (2008) 8/10 Yönetmen, Senarist:
Pascal Laugier
Fransa,
Kanada; 95 dakika
Oyuncular:
Morjana Alaoui (Anna), Mylène Jampanoï (Lucie), Catherine Bégin (Mademoiselle;
matmazel), Robert Toupin (Baba), Patricia Tulasne (Anne), Juliette Gosselin
(Marie), Xavier Dolan-Tadros (Antoine)
Çocukken işkencecilerin elinden
canını güçlükle kurtulan Lucie, işkencecilerini bulup öldürür. Ama her şey daha
yeni başlamıştır…
Bir kan banyosu. 70’li yıllarda
filmleri “kan balesi” diye nitelenen, lakabı “şiddetin ozanı” olan yönetmen Sam
Peckinpah izlese dudağını ısırır sanırım. “Şiddetin ozanı” lakabını şimdi o
fazlasıyla hak ediyor. Ölümden sonra ne olduğunu merak eden ve bu meraklarını,
kaçırıp özel mekânlarında en vicdana sığmaz işkencelere tabi tuttukları
insanları, acıyı aşmış / ölümün ötesine geçmiş duruma getirerek –ölümün ötesini
görüp anlatacak özel bir duyarsızlık durumuna, kanlı bir Nirvana’ya
ulaştırarak- gidermeye çalışan gizli sadistler tarikatı fikrine ve bu fikrin
anlatımına şapka çıkarılır.
Yönetmen-Senarist “Pascal Laugier
acaba 21. Yüzyılın Marquis De Sade’ı mı olacak acaba?” diye meraklandım
doğrusu. Ama hadım edilmiş bir Sade; filmde cinsel şiddete yer verilmemiş. Bir
nevi “ailenizin Sade”ı yani. Ama böyle olması filmin popülerliğini
arttıracaktır. Bu filmi oturup belli bir yaşın üzerindeki tüm aile fertleriyle
izleyebilirsiniz. Çok çok mideleri bulandığı için yarıda bırakabilirler. Oysa
de Sade’ın bir romanından uyarlanan Pier Paolo Pasolini’nin yönettiği “Salò o Le 120 Giornate di Sodoma / Salo ya da Sodom’un
120 Günü” (1975) filmini, içerdiği yoğun sapkın cinsellik nedeniyle, eşinizle
bile izlemekte güçlük çekebilirsiniz. O film daha mahrem merakları tatmin eder.
Midesi sağlam olmayanlar, genel
olarak da 21 yaşından küçükler izlemesin derim. (Ama ben böyle deyince
biliyorum ki izlemeyin dediklerim daha fazla izleme arzusu duyacak J )
Fransız sineması 2000’li yıllarda
bol kanlı filmler çıkardı ortaya: “Haute Tension
/ Yüksek Tansiyon” (2003), “À l'intérieur /
Inside / İçerde” (2007), “Frontiere(s) /
Sınır(da)” (2007).
31 Mart 2009’da imdb.com notu 2205
oyla 7,1. Ben 8 verdim. 469 kişi (% 21,3; en çok verilen puan) aynı notu
vermiş.
Missing / Kayıp (1982) 10/10
Yön: Costa-Gavras, Senaryo: Costa-Gavras, John Nichols, Donald Stewart (Thomas
Hauser’ın romanından)
ABD;
122 dakika
Oyuncular:
Jack Lemmon (Ed Horman), Sissy Spacek (Beth Horman), Melanie Mayron (Terry
Simon), John Shea (Charles 'Charlie' Horman), Charles Cioffi (Capt. Ray Tower,
USN), David Clennon (Consul Phil Putnam), Richard Venture Büyükelçi), Jerry
Hardin (Col. Sean Patrick), Richard Bradford (Andrew Babcock), Joe Regalbuto
(Frank Teruggi)
Yaşama amacını arayan Amerikalı bir
genç askerlerin yönetime el koyduğu ‘da burnunu, sokmaması gereken yerlere
sokunca tutuklanır ve “kaybedilir”. Karısı ve ilahiyatçı olan babası onu bulmak
için dehşet ve acı veren olaylara şahit oldukları bir arama faaliyeti başlatır.
Şili’de yapılan darbeyi ve binlerce
masum cana mal olan kanlı işlerini ancak kaybolan bir “American citizen”ininin
hikâyesinin fonu olarak izleyebilmemiz tarihin mi / talihin mi cilvesi
bilemedim. Ama hakkını teslim etmek gerekir; Costa-Gavras, Hollywood’un en
büyük yapımcılarında olan Universal’in damgasını taşıyan bir filmde, asıl
hikayeye fon oluşturan dehşetli ortamı olabileceği en yüksek düzeyde göstermeyi
ve duyurmayı (aniden patlayıveren silah ve bomba sesleri) başarmış.
Pek de tanımadığını, sahip olduğu
önyargılarla aşırı küçümsediğini fark ettiği oğlunu yabancı bir memlekette,
yine iyi tanımadığını yavaş yavaş anladığı geliniyle birlikte arayan adam
rolünü Jack Lemmon kadar iyi yapacak olan aktör zor bulunur herhalde.
Kutsal “Amerikan yaşam tarzını”
korumak, “Amerikan çıkarlarını gözetmek için” Birleşik Devletler hükümetinin
karıştığı ve hatta bizzat planlayıp uyguladığı pis işlere dair yapılmış en
etkileyici filmlerden biri.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 5.179
oya göre 7,7 [izleme tarihi 18 Temmuz 2009]
Monty Python and the Holy Grail / Kutsal Kâse (1975) 8/10 Yönetmenler:
Terry Gilliam, Terry Jones, Senaryo: Graham Chapman, John Cleese, Eric Idle,
Terry Gilliam, Terry Jones, Michael Palin
Birleşik
Krallık; 91 dakika
Oyuncular:
Graham Chapman (Kral Arthur), John Cleese (Sir Lancelot, Büyücü Tim, Ağzı Bozuk
Fransız muhafız), Eric Idle (Sir Robin, Concorde), Terry Gilliam (24. Sahnedeki
yaşlı adam, Goril eli), Terry Jones (Sir Bedevere), Michael Palin (Sir Galahad,
Dennis, ‘Ni’ diyen şövalyelerin lideri)
İngiltere’nin ünlü televizyon şovunu
hazırlayan Monty Python grubunun kendilerinin yazdığı, oynadığı, yönettiği üç
ünlü filmden biri. Diğerleri “Life of Brian”
(1979), “The Meaning of Life” (1983). (Ekibin
başka pek çok filmi var elbette.)
Ekip yine kutsallık tanımayan,
dalgacı bir tarzla bu kez Britanya’nın ünlü Kral Arthur ve Yuvarlak Masa
Şövalyeleri efsanesini “yorumlamış.” Suyunu çıkarmış demek daha doğru belki.
Hatta ekip adet olduğu üzere işin suyunu çıkardıktan sonra çıkan suyu da
moleküllerine ve atomlarına ayırıyor.
Örnek: Arthur ve şövalyeleri, olmayan atlarıyla (!)
yolda giderken bir buluttan başını gösteren Tanrı (sinirli ve azarlayıcıdır)
onlara seslenir ve Kutsal Kâse’yi bulmakla görevlendirir. Ardından gelen
animasyonda Hıristiyan ikonografisiyle dalga geçilir; mesela kıçlarıyla borazan
çalan melekler görürüz.
Filmde bütünlüğü sağlayan şey
olayların eski İngiltere’de geçiyor olması ve arada bir Kutsal Kâse’den söz
ediliyor olması. Aslında film bir skeçler toplaması, uzatılmış bir TV şovu
olarak da izlenebilir.
07 Mart 2009 tarihinde 132.563
oyla 8,5 puanı var. Imdb.com Top 250 listesinde 62. Sırada. Ben 8 puan verdim.
Oy verenlerin %20’si ile aynı fikirdeyim.
Monty Python’s
Life of Brian /
Brian’ın Hayatı (1979) 10/10 Yönetmen: Terry Jones, Senaryo: Graham
Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones, Michael Palin
Birleşik
Krallık, 93 dakika [bitiş yazıları kesilmiş]
Oyuncular:
Graham Chapman (Brian Cohen / 2 nu.lı müneccim kral / Biggus Dickus [Azmanyus
Sikus]), John Cleese (Reg [devrimci lider] / 1 nu.lı müneccim kral / taşlamayı
yöneten Yahudi memur / Centurion / Ölümcül Dirk / Arthur), Terry Gilliam
(Devrimci / Zindancı / Kan & Gök gürültüsü peygamberi / Frank ve diğerleri),
Eric Idle (Stan (Loretta) / ‘Pazarlıkçı’ Harry / mücrim kadın / Warris / had
safhada salak genç / zindancının yardımcısı / çarmıhtaki baş şarkıcı ve
diğerleri), Terry Jones (Mandy Cohen [Brian’ın annesi] / Colin / Kutsal Adam
Simon / Bob Hoskins ve diğerleri), Michael Palin (3 nu.lı müneccim kral / Bay
Koca Burun / eski cüzzamlı / Francis / Ben / Pontius Pilate / Eddie / Nisus
Wettus ve diğerleri), Sue Jones-Davies (Judith; devrimci kız), John Young
(Matthias), Terence Bayler (Gregory), Carol Cleveland (Mrs. Gregory), Kenneth
Colley (İsa)
Monty Python’a göre Hıristiyanlığın
doğuşu. Filmin başında, İsa’nın doğumunu kutlamaya gelen Üç Müneccim Kral’ın,
yanlış eve gelmelerinden, az sonra anlatılacak Hıristiyanlığın doğuşu yorumunun
resmi öykü ile bağdaşmak gibi bir kaygısı olmadığını anlıyoruz J Müneccimler İsa ile aynı gün,
aynı sokakta doğan Brian’ın evine gelmişlerdir. Az sonra gerçeği anlarlar ve
hediyelerini alıp doğru eve giderler.
Uzakta kaldıkları için İsa’nın
vaazını duyamayan ve ne söylediği konusunda tartışan insanlar, suçlunun
taşlanması, İsa tarafından iyileştirildiği için artık dilencilik yapamayan ve
parasız kalan eski cüzamlı, arenadaki kanlı çocuk matinesi, asla çocuk
doğuramayacak olsa da erkeklerin çocuk doğurma hakkı için mücadele etmeye karar
veren devrimciler… Saçmalıklar böyle sel misali arka arkaya geliyor J
Brian’ın arenada sattığı çerezler:
“Tarlakuşu dili. Çalıkuşu ciğeri. İspinoz beyni. Jaguar kulakmemesi. Kurdun
meme ucu kızartması. Hecin gevreği. Toskana yarasası kızartması. Susamuru
burnu. Kedi dalağı. Porsuk dalağı.”
Python’un arasının hiç iyi olmadığı
Hıristiyanlığa doğrudan hücumu. Daha önce 9 vermiş olduğum bu filme şimdi 10
veriyorum. 18 Mart 2009 tarihinde imdb.com puanı 77.840 oyla 8,2 (Bu oylardan
biri benimdi ve 9’du). 10 verenlerin sayısı 21.517 (% 27,6). Imdb.com Top 250
listesinde 149. Sırada.
Filmin bitiminde çarmıhtaki grubun
söylediği şarkıdan: “Hep hayatın aydınlık
tarafına bak / Kaybedecek neyin var? / Bir hiçten geldin... / ...bir hiçe
gidiyorsun, / ne kaybettin ki? / Hiçbir şey! / Hiçbir şeyden bir şey çıkmaz, /
dediklerini bilirsin. / Neşelen seni budala! / Haydi! Gülümse biraz! / İşte
böyle!”
Monty Python
and the Meaning of Life / Hayatın Anlamı (1983) 10/10 Yönetmenler: Terry Jones, Terry Gilliam,
Senaryo: Graham Chapman, John Cleese, Terry Gilliam, Eric Idle, Terry Jones,
Michael Palin
Birleşik
Krallık, 103 dakika
Oyuncular:
Graham Chapman (1 Numaralı Balık, doktor, Harry Blackitt, Wymer, Hordern,
General, Coles, Dr. Livingstone, travesti, Eric, Arthur Jarrett, Tony Bennett
ve diğerleri), John Cleese (2 Numaralı Balık, Dr. Spencer, Humphrey Williams,
Sturridge, Ainsworth, garson, Eric'in asistanı, Amansız Tırpancı [Ölüm] ve
diğerleri), Terry Gilliam (Cam temizleyicisi, 4 Numaralı Balık, Walters, Filmin
Ortası Anonsçusu, M'Lady Joeline, Mr. Brown, Howard Katzenberg), Eric Idle (3
Numaralı Balık, 'Hayatın Anlamı'nı söyleyen şarkıcı, Mr. Moore, Mrs. Blackitt,
Watson, Blackitt, Atkinson, Perkins, Mrs. Hendy, Gaston, Angela ve diğerleri),
Terry Jones (6 Numaralı Balık, anne, rahip, Biggs, çavuş, Mrs. Brown, Bert, Mr.
Creosote, Maria ve diğerleri), Michael Palin (5 Numaralı Balık, Mr. Pycroft,
baba, papaz, TV sunucusu bayan, Mr. Marvin Hendy, Harry, Debbie Katzenberg),
Carol Cleveland (Cennetin Resepsiyonisti), Simon Jones (Chadwick, Jeremy
Portland-Smyth), Patricia Quinn (Mrs. Williams), Andrew MacLachlan (Damat,
Wycliff, 1 numaralı kurban, 3 numaralı konuk), Mark Holmes (2 numaralı kurban,
2 numaralı konuk, fil bakıcısı)
Monthy Python ekibi bu sefer hayatın
anlamını anlatıyor.
Ekibin çılgınlığın doruklarında
dolaştığı bir film. Önceki filmlerinde bu kadar delirmemişlerdi bence –ki onlar
da hatırı sayılır çılgınlıklar barındırıyor. Film için “İzmir Marşı”nı yeniden
yazıyoruz: “Deliliğin dağlarında çiçekler açar / Monty Python orda saçmalar
saçar”
Film bir “kısa filmle” başlıyor. Bu
“kısa filmdeki”, yelken açıp gökdelenlerle dolu büyük finans merkezine saldıran
iş hanı ve müdürlerine isyan edip korsana dönüşen yaşlı muhasebeciler, az sonra
karşılaşacağımız uçuklukların habercisi tabii. Ekip bundan sonra doğum
kontrolüne karşı olan Katoliklik başta olmak üzere Hıristiyanlıkla (ve arada
tüm dinlerle), kiliseyle, eğitim sistemiyle (bir cinsel eğitim dersi var ki
akıllara seza), savaşlarla, askerlikle, doğumla, ölümle, organ bağışıyla,
oburlukla, akvaryum balıklarıyla ve tüm insanlıkla dalga geçiyor.
Başlangıçtaki şarkının sözlerinin
bir kısmı:
“Neden buradayız, hayatın anlamı
ne? …
Belki
de Tanrı'nın yaptığı küçük şakalarız …..
Yoksa sadece, kendini kopyalayan
DNA'nın çifte sarmalları mıyız?
Hayat nedir? Nedir kaderimiz?
Var mı cennet ve cehennem?
Öldükten sonra dirilir miyiz?
İnsanlık evrim geçiriyor mu,
yoksa geç mi kaldık biz? …..
Hayat, kederli gözyaşları dolu
bir vadi milyonlar için …..
32 kısım tekmili birden hayatın
anlamı”
Filmin sonunda hayatın anlamına dair
aklı başında birkaç cümle söyleniyor (laf arasında geçiştirilerek): “Hepsi
bilindik şeyler. ‘İnsanlara iyi davranın. Yağdan kaçının. Arada bir kitap
okuyun. Yürüyüşe çıkın. İnancı veya memleketi ne olursa olsun, herkesle huzur
ve uyum içinde yaşayın.’ ”
Filmin son yarım saati başlangıçtaki
enerjiye sahip değil ama genel puanı düşürecek kadar da düşük değil. Sondaki
Ölüm’ü takip eden ruhlar görüntüsü doğrudan Ingmar Bergman’ın “Det Sjunde Inseglet / Yedinci Mühür” (1957) filmine
bir gönderme. Woody Allen’da 1975 yapımı “Love and
Death” filminde “Yedinci Mühür”e, benzer bir gönderme yapmıştı ve her
iki film de, bu Python komedisindeki gibi, hayatın anlamı üzerineydi.
“Director’s Cut” (Yönetmenin
Kurgusu) versiyonunda toplam uzunluğu 8 dakika 32 saniye olan eklenmiş 4 bölüm
var (En uzunu “The Adventures of Martin Luther / Martin Luther’in Maceraları”).
Sinema versiyonunda olmayan bu bölümlerdeki görüntü ve ses kalitesi çok düşük.
Ve bu parçaların sinemalara gösterilen versiyonda çıkarılmış olmasının doğru
bir mantığı varmış; çok gereksizler. Bu nedenle bu versiyondan uzak durun
derim.
14 Mart 2009 Cumartesi tarihinde
imdb.com puanı 28.166 oyla 7,4. Ben 10 verdim. 4.026 kişi benimle aynı oyu
vermiş (% 14,3).
Mr. Arkadin / Dossier Secret / Mister Arkadin / Gizli Dosya (1955) 7/10 Yönetim ve Senaryo:
Orson Welles
Fransa,
İspanya, İsviçre; 105 dakika (Criterion Collection Comprehensive Version;
2006)
Oyuncular:
Robert Arden (Guy Van Stratten), Orson Welles (Gregory Arkadin), Paola Mori
(Raina Arkadin), Akim Tamiroff (Jakob Zouk), Patricia Medina (Mily), Michael Redgrave (Burgomil
Trebitsch), Katina Paxinou (Sophie)
Karanlık bir geçmişe sahip olan
Gregory Arkadin, hatırlayamadığı 1927 öncesindeki hayatını araştırması için,
kaçakçılıktan sabıkalı Guy Van Straten’i kiralar. Guy araştırmasını sürdürürken
Arkadin’in uzak geçmişi hakkında bilgisi olanları dünyanın her yerinde
araştırır. Son olarak edindiği bilgileri, kendisiyle birlikte gelip hayatını
kurtarması için ikna etmek üzere, Berlin’deki izbe bir dairede ölümü bekleyen
Jakob Zouk’a anlatırken, biz de izler ve dinleriz. Arkadin karanlık geçmişinin,
kızı Raina tarafından öğrenilmemesi için her şeyi yapmayı göze almış bir
adamdır.
Orson Welles’in başyapıtı olan “Citizen Kane / Yurttaş Kane” (1941)’inki ile benzer
bir konusu var. Benzer bir gizem ve benzer bir geçmiş araştırması, benzer bir
güçlü zengin adam portresi. Kamera açıları, fotoğraflar çok güzel. Oldukça
akıcı bir anlatımı ve başarılı bir kurgusu var. Ama her şeyin nedeni olan
(filmdeki diğer herkesin etrafında döndüğü güneş) Arkadin karakteri yeterince
derinleştirilmediği için film yapabileceği etkinin ancak yüzde yetmişini
verebiliyor. Welles sanki “Ben bu tip bir adamın nasıl meydana geldiğini
Citizen Kane’de anlatmıştım zaten; detay istiyorsanız o filme bakın” demek
istemiş gibi. Arkadin’i detaylı bir portre olarak değil, Kane’in (özellikle
yaşlılık dönemindeki) silueti gibi sunmuş.
17 Ocak 2009 Cumartesi tarihinde
imdb.com notu 7,4 / 10 (1989 oy ile). Ben 7 / 10 veriyorum. Bugün itibarıyla
436 oy veren de (%21,9) benimle aynı notu vermiş.
Muppet Christmas Carol, The (1992) 5/10 Yönetmen: Brian
Henson, Senaryo: (Charles Dickens’ın romanından) Jerry Juhl
ABD,
86 dakika
İngiliz yazar Charles Dickens’ın “A
Christmas Carol / Bir Noel Şarkısı” adlı öyküsünün onlarca uyarlamasından biri.
Cimri ve katı yürekli emlakçi Ebenezer Scrooge, Noel arifesi gecesinde
kendisini ziyaret eden hayaletler tarafından ne kadar boş ve sonu cehennemi
işaret eden bir hayat sürdüğünü öğrenir. Sabaha bambaşka birisi olarak çıkar.
Kukla soytarılıklarıyla bezenince
hikâye sertliğinden ve ürkünçlüğünden çok şey kaybetmiş. Yine de ilginç bir
çalışma. Michael Caine “The Muppet Show / Mukla Gösterisi” isimli ünlü
televizyon programının kukla kahramanlarının ve özel efektlerin karşı idareli
bir oyunculuk sergilemiş.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 9.357
oya göre 7,4 [izleme tarihi 23 Temmuz 2009]
My Life Without
Me /
Mi vida sin mí / Ma vie sans moi / Bensiz Hayatım (2003) 10/10 Yönetmen:
Isabel Coixet, Yazan: Isabel Coixet (Nanci Kincaid’in kitabından)
Kanada,
İspanya; 106 dakika (97 dakika; bitiş yazıları kesilmiş)
Oyuncular:
Sarah Polley (Ann), Amanda Plummer (Laurie), Scott Speedman (Don), Leonor
Watling (Ann, komşu), Deborah Harry (Ann'in annesi), Maria de Medeiros (kuaför,
Milli Vanili hayranı), Mark Ruffalo (Lee), Julian Richings (Dr. Thompson),
Kenya Jo Kennedy (Patsy), Jessica Amlee (Penny)
Ann, kocası Don’la birlikte
annesinin arka bahçesindeki karavanda yaşamaktadır. Ann, Don ile Kurt Cobain’in
solist olduğu son Nirvana konserinde tanışmış, ondan, 17 yaşında ilk çocuğunu,
19 yaşında ikinci çocuğunu doğurmuştur. 24 yaşına girmek üzeredir. Akşamları
bir üniversitenin temizlik işinde çalışmaktadır. Don havuz inşaat işinde çalışmaktadır.
Ann bir gün rahatsızlanır.
Hastanedeki tetkiklerinde kötü huylu rahim kanseri olduğu, kanserin diğer
organlara sıçradığı, iki ila üç ay ömrü kaldığı tespit edilir. Ann ölmeden önce
yapmak istediği şeyleri içeren on maddelik bir liste çıkarır ve uygulamaya
başlar. Listede başka bir erkekle aşk yaşamak da, çocukları 18 yaşlarına girene
kadar doğum günlerinde dinlemeleri için mesajlar kaydetmek de, kocasına,
çocuklarla da iyi anlaşan yeni bir eş ayarlamak da, saç biçimini değiştirmek de
vardır.
Sulu gözlü olmayan hüzünlü bir film.
Gözlerimi yaşarttı. Ama kesinlikle karamsar değil. Bence filmin ana fikri:
“İnsan amansız bir hastalıktan dolayı ölürken bile çevresine güzellik
katabilir. Aile bireylerine ölüm karşısında metanetini koruyarak son anında bile
örnek olabilir.” Her şeyin yerli yerine cuk diye oturmasının çok küçük bir
olasılık olduğunu bilmiyormuş gibi yaparsak, çok iyi bir senaryo ile karşı
karşıyayız (Aynı isme sahip, çocukları seven bekâr bir komşunun birden bire
ortaya çıkması en fazla takıldığım pürüz oldu). Ateistler için ölüm karşısında
metanetli olma yolları broşürü gibi de okunabilir.
20 Ocak 2009 Pazar günü imdb.com
notu 7,6 / 10 (8792 oy). Ben 9 / 10 verdim. 1804 kişi benimle aynı notu vermiş
(% 20,5).
Nefes – Vatan Sağolsun (2009) <10> Yönetmen: Levent Semerci,
Senaryo: M. İlker Altınay, Levent Semerci, Hakan Altınay (Hakan Altınay'ın
kitabından)
Türkiye;
? dakika
Oyuncular:
Mete Horozoğlu (Yüzbaşı Mete), Barış Bağcı (Üsteğmen Barış), Engin Baykal
(Telsizci Çavuş Sedat), Koray Kaya (Koray), İlker Kızmaz (Çavuş İlker), Özgür
Eren Koç (Resul), Melih Kokucu (Melih Kokucu), Doğukan Polat (Doğukan), Doruk
Şengezer (Doruk), Rıza Sönmez (Doktor), Ozan Tekcan (Ozi), Göktay Tosun (Çavuş
Göktay), Serkan Altıntaş (Vedat Dinçkaya), Birce Akalay (Bilge Yüzbaşının eşi)
1993 yılında, hayali Karabal
karakolunda Türk askeri ile PKK'lı teröristler arasında çıkan bir çatışma ve
öncesi. Tam da AKP Hükümeti'nin Kürt Açılımı ve Ermeni Açılımı dönemine denk
geldi.
Çatık çehresi ve kanlı tek gözüyle
bakan Atatürk maskı fotoğrafı ömrüm oldukça aklımdan çıkmayacak sanırım.
Bir yüzbaşı ile bir terörist başının
kanlarının karakol duvarının üzerinde birleşmesi de oldukça manidar.
Türkiye'nin ilk gerçek “Türkiye'nin Vietnam'ı filmi”ne selam olsun.
Eli yüzü düzgün kamera çalışması,
iyi müzikler (en sonda askerlerin coşkuyla söyledikleri Emrah şarkısı “Götür
Beni Gittiğin Yere” hiç bu kadar anlamlı olmamıştı)...
Mete Yüzbaşı karakteri Türk sinema
tarihinin ilk 3 boyutlu subay karakteri de olmuş aynı zamanda. Göz yaşlarını
içine akıttığını gördüğümüz yakın plan çekimde harika bir oyunculuk
sergilenmiş.
Filmin koyu melankolik bir atmosferi
var. Anlattığı şeyi birebir yaşayanlar böyle yaşamıştır herhalde. Tabi bundan
da dehşetli bir biçimde. Onların hikayesi televizyonda 45 saniye (düzeltiyorum
57 saniye) yer buluyor. Melankolik-depresif atmosferi ve bolca kullanılan iç
ses, gergin telsiz konuşmaları, panoramik doğa görüntüleri Terence Malick'in
İkinci Dünya Savaşı'ndaki Guadalcanal Cephesi'ni anlatan “Thin Red Line / İnce Kırmızı Hat” (1998) filmini
fazlasıyla hatırlattı bana.
Sondaki çatışma sahnesinin
koreografisi iyi değil, dazlak askerin delirişine çok fazla odaklanılmış,
Yüzbaşı fazla tutuk -onu nereye koyacaklarını bilememişler sanki. Ya da şu
yorumda da bulunabiliriz: Bizim çatışmalarımız Amerikan filmlerindeki gibi
teatral değil belki de. Ya da ya da çatışma işte tam da böyle bir şey; hiç de
“kahramanca” değil. O sahne korku filmi atmosferine sahip.
Yırtık bir Türk bayrağının
gösterildiğini gördüğüm ilk Türk filmi, kırık Atatürk maskının ve büstünün de
gösterildiği bildiğim ilk Türk filmi.
Sanıyorum Güneydoğumuzdaki iç savaşa
çatışmaya bizzat katılan Türk askerinin gözüyle bakan ilk film bu.
Hamaset kokacak bu sözüm ama içimden
gelerek yazıyorum: 1989 yılında Şubat okul Şubat tatilindeyken gidip sinemada
izlediğim “Rambo III” filminin, ona verdiğim paranın kefaretini bu filme
verdiğim 10 lira ile ödediğimi hissettim.
Dün gösterime girdi bugün izledim
sinemada. Çıktığımızda saat 0:30'du. Eve yürüyerek gittim, yağmur yağıyordu (17
/ 18 Ekim 2009 gecesi).
18 Ekim 2009 Pazar günü saat
01:15'te 42 oya göre imdb.com notu 9,9.
Office Space (1999) 5/10 Yönetmen: Yönetmen
ve Senarist: Mike Judge (kendi yarattığı kısa “Milton” çizgi filmlerinden)
ABD;
89 dakika
Oyuncular:
Ron Livingston (Peter Gibbons), Jennifer Aniston (Joanna), David Herman
(Michael Bolton), Ajay Naidu (Samir), Diedrich Bader (Lawrence; yan komşu),
Stephen Root (Milton Waddams), Gary Cole (Bill Lumbergh), Richard Riehle (Tom
Smykowski), Joe Bays (Dom Portwood), John C. McGinley (Bob Slydell; bıyıklı
olan), Paul Willson (Bob Porter), Greg Pitts (Drew)
Masa başı işte çalışan ve yaptığı
işten, patronlarından memnun olmayan Amerikalıların düştüğü komik durumlar
anlatılıyor.
Başka yapacak ya da izleyecek bir
şeyiniz yoksa göz atabileceğiniz türde bir film. Komediye dönük hafif sıklet
bir izlence.
08 Mayıs 2009’da imdb.com notu 7,9
(69.442 oy). Ben 5 verdim. 1838 kişi (% 2,6) benimle aynı notu vermiş.
Old School / Eski Dostlar (2003) 1/10
Yönetmen: Todd Phillips, Senaryo: Todd Phillip, Scot Armstrong
ABD,
92 dakika; 87 dakika (NTSC (23,976) – PAL (25 kare / saniye) dönüşümü
nedeniyle doğal olarak kısalmış)
Oyuncular:
Luke Wilson (Mitch Martin), Will Ferrell (Frank Ricard), Vince Vaughn (Bernard
'Beanie' Campbell), Jeremy Piven (Dean Gordon 'Cheese' Pritchard), Ellen Pompeo
(Nicole)
Üç okul arkadaşı fiziksel olarak
büyümüş ama ruhen çocuk kalmıştır. İkisi evlenmiş, bunlardan birisinin iki
çocuğu olmuştur. Adamımız Mitch daha yeni, kendisini grup seks yaparak aldatan
kız arkadaşını terk etmiştir. Bir kampusta kiraladıkları evi yine eski okul
arkadaşları, yeni dekan olan Gordon’a karşı garip yöntemlerle savunurlar.
Standart Hollywood komedisi, yani
2000’li yıllarda standart olan belden aşağı esprileri bolca barındırıyor.
Örneğin, evde oral seks kursu alan ev hanımları esprisi.
Bir yerde “The
Graduate / Aşk Mevsimi” (1967) filmindeki havuz sahnelerine bir gönderme
var. Biraz da “Fight Club / Dövüş Kulübü” (1999)
filmini de anımsatmaya çalışmışlar, fazla da uğraşmamışlar (çok gizli öğrenci
örgütü).
Filmde dramatik bütünlük sağlamaya
pek çalışılmamış. Espriler, espri ortaya çıksın diye oracıkta hikâyeye monte
edilmiş gibi görünen olaylardan çıkarılmaya çalışılmış. Zayıf bir omurgaya
(senaryo) monte edilmiş uzuvlar (hikâyecikler). Darwinci bakış açısıyla doğal
seçilimin seçmeyeceği, yani yarına kalmayacak bir yapıt olduğunu
söyleyebiliriz. 17 Ocak 2009 Cumartesi tarihinde imdb.com puanı 7 / 10; 47.335
oyla. Film son yarım saatinde insan zekâsına hakarete dönüşse de, pek çok
insanın zekâsına hitap etmiş gibi görünüyor. Benden 1 aldı.
Ong-Bak / Ong-Bak: Muay Thai Warrior /
Ong-Bak: Muay Thai Savaşçısı (2003) 1/10 Yönetmen: Prachya Pinkaew, Senaryo:
Suphachai Sittiaumponpan
Tayland;
104 dakika
Oyuncular:
Panom Yeerum [Tony Jaa] (Ting), Petchtai Wongkamlao (Humlae / Dirty Balls /
George), Pumwaree Yodkamol (Muay Lek), Suchao Pongwilai (Komtuan), Chumphorn
Thepphithak (Mao amca), Cheathavuth Watcharakhun (Peng), Wannakit Sirioput
(Don), Rungrawee Barijindakul (Ngek), Chatthapong Pantanaunkul (Saming)
Ong-bak köyünün koruyucusu olan Buda
heykelinin kafası para kazanma peşindeki şehirli bir gangster tarafından
çalınır. Heykelin başını geri getirme görevini, bebekken tapınağa terk edilmiş
ve köylülerce büyütülmüş olan Muay Thai üstadı Thing üstlenir. Şehirde
yardımını istediği memleketlisi Dirty Balls (Kirli Taşak), faydadan çok bela
getirir (Taylandlı köylülerin de, köyden yıllar önce ayrılmış olsa bile,
köylülerini lakaplarıyla anması Türklerle ilginç bir ortak yön).
Ting’in Dirty Balls’ı eliyle koymuş
gibi bulup hırsızı bulamaması filmin ilk büyük mantıksızlığı. Sonrası da
mantıktan nasibini pek almıyor.
Güzel akrobatik hareketlerin ikişer,
hatta bazen üçer kez ve farklı kamera açılarından gösterilmesi hoş görülebilir
de, yerilebilir de. Ting’in art arda üç kişi ile dövüştüğü sahne, eğer üçüncü
rakip korkunç olmaya çalışırken komik görünmeseydi, dövüş filmleri tarihinde
önemli bir yer edinebilirdi.
Triportörlerle yapılan kovalamaca
iyi çekilememiş. Filmin öyküsüne yedirilemediğinden havada kalmış. Heyecan
olsun diye yapıştırılmış gibi duruyor. Ayrıca bütçenin düşüklüğünü de gözümüze
sokmuş; “Araba parçalayamadık, alın bolca bunlardan deviriyoruz, hatta
patlatıyoruz.” J
Bu ‘filme yapışıkmış gibi durma zaafı’ hemen her aksiyon sahnesinde var
aslında.
Dövüşçüler üzerine bahis oynayan iki
mafya patronu arasındaki muhabbet çok çocukça. Filmin bir kötü adam zaafı var.
O gırtlağına dayadığı aygıttan robot sesiyle konuşan ihtiyar filme gerekli
kötülük gerilimini katamamış. Ne yapsın; senaryo zayıf.
Aslında şunu söyleyip geçmek lazım:
Sadece iyi tekme ve dirsek atan bir adamla iyi bir film olmuyor. Hatta film
bile olmuyor.
04 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
puanı 7,2 (18.951 oy). Ben 1 verdim; 277 kişi (% 1,5) aynı notu vermiş. 3421
kişi 10 vermiş (% 18,1).
Ong Bak 2 (2008) 7/10 Yönetmen: Tony Jaa,
Senaryo: Panna Rittikrai
Tayland;
93 dakika (Avrupa’da piyasaya sürülen 110 dakikalık bir kopya varmış)
Oyuncular:
Tony Jaa (Tiang), Sorapong Chatree (Chernang), Sarunyu Wongkrachang (Rajasena
Lord), Nirut Sirijanya (Efendi Bua), Santisuk Promsiri (Nobleman Siha Decho),
Primorata Dejudom (Pim)
Karakterlerin derinleştirilmesi ile
uğraşılmayıp, işin aksiyon yönü bol bol gözler önüne serilerek bir intikam
öyküsü anlatılmış.
Filmin, başrol oyuncusu ve ismi
dışında 2003 tarihli “Ong-Bak” filmiyle bir
ilgisi yok. O filmin konusu çekildiği yılda geçiyordu, bu filmde anlatılanlar
en az beş yüz yıl önceki bir tarihte geçiyor. O film berbattı, bu film oldukça
güzel. Sanki o filmin ekibi beş yıl boyunca yoğun sinema eğitiminden geçmiş.
Tony Jaa, kanının son damlasına
kadar intikamının peşinde olan dövüşçü rolünde çok enerjik. Aksiyon
sahnelerinin koreografisi çok iyi yapılmış. Upuzun tek bir dövüş sahnesi
izliyor gibi oluyoruz, bu bir süre sonra biraz yorucu oluyor ve takip güçlüğü
oluşturuyor.
Filmin atmosferi oluşturulurken
“Apocalypto” (Mel Gibson; 2006) filminden esinlenildiğini düşünüyorum.
04 Nisan 2009’da imdb.com notu 7,1
(563 oy). 79 kişi (% 14), aynı notu vermiş.
Over The Hedge / Orman Çetesi (2006) 5/10
Yönetmenler: Tim Johnson, Karey Kirkpatrick, Senaryo: Len Blum, Lorne Cameron,
David Hoselton, Karey Kirkpatrick
ABD;
83 dakika
Şirin bir animasyon. Çok belirgin
olmayan (ormanlara site kuran Amerikalıları fazla incitmeden eleştiren) çevreci
mesajları var.
18 Eylül 2009’da 32.151 oya göre
imdb.com notu 7,1 [izleme tarihi 06 Temmuz 2009].
Party, The / Parti (1968) 1/10
Yönetmen: Blake Edwards, Senaryo: Blake Edwards, Tom Waldman, Frank Waldman
ABD;
99 dakika
Oyuncular:
Peter Sellers (Hrundi V. Bakshi), Claudine Longet (Michele Monet), Gavin
MacLeod (C.S. Divot)
Film, film içinde film biçiminde ve
“Gunga Din” (1939) filmi ile dalga geçerek
başlıyor. Sonra sakar Hintli aktör Hrundi’nin yanlışlıkla davet edildiği bir
sosyetik partiyi aşama aşama mahvedişi hikâye ediliyor.
Ekseni Peter Sellers’ın ciddi /
çaktırmayan sakarlık yapma yeteneği olan filmin, kendi yörüngesinde hareket
eden tek karakteri ayyaş garson. Nerdeyse “tek kişilik gösteri”ye dönüşecek bir
filmi garson “bir buçuk kişilik gösteri”ye çeviriyor. Ama bu da filmi sıkıcı
olmaktan kurtarmaya yetmiyor. “Artık sıktık biliyoruz hadi bir de fil yavrusu
gösterelim” girişimi bile ancak saçma ve gereksiz durmuş.
1995 yılı sinemanın başlangıcının
yüzüncü yılıydı ve o yıl pek çok tüm zamanların en iyi filmleri konulu kitap
yayınlanmıştı. Atilla Dorsay’ın da “100 Yılın 100 Filmi” diye bir kitabı
çıkmıştı ve yanlış hatırlamıyorsam listede “The Party” filmi de vardı. Ne vahim
hata ya da ne zevksizlik. Örneğin tuvalet sifonunun tam da Hrundi kullandığı
anda bozulmasında ne tür bir hoşluk vardır? Ben bulamadım.
İlk beş dakika dışında film lüks bir
evin içinde kapalı mekânda geçiyor. Kapalı mekanda yanlışlıkla kamera gölgesi
mikrofon kablosu gösterilmeden çekim yapılabilmiş olması filmin tek başarılı
yönü J
31 Mart 2009 imdb.com notu 7,4
(10.974). Ben 1 verdim. 90 kişi (% 0,8) benimle aynı notu vermiş. 2286 kişi (%
20,8) 10 vermiş. “Zevkler ve renkler tartışılmaz” değil mi?
Passchendaele (2008) 7/10 Yönetmen ve Senaryo:
Paul Gross
Kanada;
114 dakika
Oyuncular:
Paul Gross (Michael Dunne), Caroline Dhavernas (Sarah Mann), Joe Dinicol (David
Mann), Meredith Bailey (Cassie Walker), Jim Mezon (Dobson-Hughes)
Kanada tarihi açısından çok önemli
bir savaşı fon olarak kullanarak insanlık durumunu aşk, intikam, ırkçılık gibi
açılardan inceleyen bir film.
Biz Britanya İmparatorluğu’nun
yurtlarından alıp Çanakkale Savaşları’nda bize karşı kullandığı
Avustralyalıları ve Yeni Zelandalıları biliriz. Bu filmde Avrupa’daki
cephelerde Almanlara karşı kullandığı Kanadalıların dramını izliyoruz. Bir tür
Kanada usulü “Gallipoli” (1981) filmi gibi.
Dolambaçlı bir senaryo kısa sürede
anlatılmış. Filmler genelde uzunluklarıyla zayıflar bu film kısalığı ile
zayıflamış. Önemli bazı bilgiler atlandığı ya da çok hızlı geçildiği için
askerlerin Kanada’da savaştığını zannedebilir dikkatsiz bir seyirci.
Savaş sahneleri korku filmi tadında:
Örneğin siperde ölüp çürümeye yüz tutmuş bir asker cesedinin ağzından bir
farenin çıktığı sahne.
2.403 oya göre imdb.com notu 6,9
[izleme tarihi 05 Temmuz 2009]
Paura Nella Città dei Morti
Viventi / City
of the Living Dead / Fear in the City of the Living Dead / The Gates of Hell /
Cehennemin Kapıları / Yaşayan Ölüler Şehri / Yaşayan Ölüler Şehrinde Korku
(1980) 3/10
Yönetmen: Lucio Fulci, Senaryo: Dardano Sacchetti, Lucio Fulci (H.P.
Lovecraft’dan esinlenerek)
İtalya,
89 dakika
Oyuncular:
Christopher George (Peter Bell), Katherine MacColl (Mary Woodhouse), Carlo De
Mejo (Gerry), Antonella Interlenghi (Emily Robbins), Giovanni Lombardo Radice (Bob),
Daniela Doria (Rosie Kelvin), Fabrizio Jovine (Peder William Thomas), Luca
Paisner (John-John Robbins), Adelaide Aste (Theresa)
Olaylar, yüzyıllar önce yapılan bir
cadı avı olayıyla ünlü Salem kasabasının üzerine kurulmuş olan Dunwich
kasabasında keser. Peder Thomas kendisini mezarlıkta asar ve cehennemin
kapıları açılır. Eğer Azizler Günü gecesine kadar müdahale edilmezse tüm ölüler
dirilip dünyayı ele geçirecektir. Eğer bu yazıyı okuyorsanız ölüler dünyayı ele
geçirmemiştir; bu da filmin sonunu izlemeden öğrendiniz demektir J
Yürüyen ölüleri bir kenara
bırakırsak filmin en saçma iki yanı: ABD dışında da –Hollywood sayesinde- çok
iyi tanınan Salem kasabasının yıkıntıları üzerine kurulan, altyapısı ve
yapıları mükemmel olan Dunwich kabasının haritada bulunamaması. Öldüğü sanılan
genç kadının tabutunun cenaze töreni olmadan ve ancak bir metrelik derinlikteki
bir çukura indirilmesi –ve paydos saati geldiği için mezarlık görevlileri
tarafından üzerinin toprakla tam örtülmemesi.
Fulci’nin solucan fetişizminin bu
filmde bir solucan yağmuru sahnesiyle doruk yaptığını söyleyebilirim.
Aklımda kalan iki sahne: 1- Öldü
diye tabuta konulan, tabutu mezara indirilen, üzerini örtmekle görevli mezarlık
elemanları paydos edince yarı açıkta kalan tabutunda uyanıp dehşetle tabutunun
kapağını yumruklayan ve çığlık atan kadın –ve yakında olup da onun sesini
duymakta güçlük çekip bizi heyecanlandıran gazeteci [Fulci’nin bir diğer zombi
filmi olan “Zombi 2”de olduğu gibi bu filmde de
başkarakterlerden biri gazeteci]. 2- Kafası kızgın bir kız babası tarafından
torna tezgahında matkapla yanaktan yanağa delinen genç.
19 Nisan 2009 tarihinde imdb.com notu 3568 oyla 6,2.
Ben 3 veriyorum. 137 kişi (% 3,8) aynı oyu vermiş. [İtalyan yapımcıların
kiminin ana dili İngilizce olan oyuncularla çektiği bu filmin tamamıyla
İngilizce dublajlı “City of the Living Dead” başlıklı ABD versiyonunu izledim]
Picnic at Hanging Rock (1975) <2> Yönetmen: Peter
Weir, Senaryo: (Joan Lindsay’ın romanından) Cliff Green
Avustralya;
107 dakika (1998 tarihli yönetmen kurgusu)
Oynayanlar:
Rachel Roberts (Mrs. Appleyard), Vivean Gray (Miss McCraw), Helen Morse (Mlle.
de Poitiers), Kirsty Child (Miss Lumley), Anthony Llewellyn-Jones (Tom), Jacki
Weaver (Minnie), Frank Gunnell (Mr. Whitehead), Anne Lambert (Miranda), Karen
Robson (Irma), Jane Vallis (Marion), Christine Schuler (Edith), Margaret Nelson
(Sara), Ingrid Mason (Rosamund), Jenny Lovell (Blanche), Janet Murray (Juliana)
Yer Avustralya’nın Victorya bölgesi.
Tarih 1900 yılının Sevgililer Günü. Appleyard Kolejinde yatılı olarak okuyan
genç kızlar (cezalı olan biri hariç) Hanging Rock denilen kayalık bölgenin
yanına pikniğe gider. Üç öğrenci ve bir öğretmen kayalıklarda kaybolur
(öğrencilerden biri bir hafta sonra perişan halde bulunur).
Güçlü (aşırı güçlü) fon müziği
kullanımı, güzel fotoğraflar, esrarengiz bir durum. Ancak bu esrarengiz durumun
işlenişi, filmin tarzı beğenime uygun düşmedi.
Film gerçek olayları anlatıyormuş
gibi sunuluyor ama gerçekte böyle bir olay olmamış.
17 Mayıs 2009’da imdb.com puanı 7,7
(8985 oy). Ben 2 verdim. 96 kişi (% 1,1) benimle aynı puanı vermiş.
Pineapple Express (2008) <1> Yönetmen:
David Gordon Green, Senaryo: Seth Rogen, Evan Goldberg
ABD;
112 dakika
Oyuncular:
Seth Rogen (Dale Denton), James Franco (Saul Silver), Danny McBride (Red),
Kevin Corrigan (Budlofsky), Craig Robinson (Matheson), Gary Cole (Ted Jones),
Rosie Perez (Carol / Kadın polis), Ed Begley Jr. (Robert), Nora Dunn (Shannon),
Amber Heard (Angie Anderson)
Film
siyah beyaz çekilmiş bir sahneyle açılır: Yer altındaki bir askerî
labaratuarda bir askere “Madde 9” içeren
sigara içirilmektedir. Asker generaline saygısızlık yapıp orduyu eleştirince
“Madde 9”un yasaklanmasına karar verilir. Sonraki sahnede arabasıyla seyahat ederken
dinlediği radyo programına sık sık telefonla katılıp görüşlerini paylaşan, işi
yasalarla başı dertte olan insanlara almayı hiç istemedikleri ihbarnameleri
kılık değiştirip hiç beklemedikleri bir anda verme işini yapmakta olan esas
adamımız Dale ile tanışırız. Adamımız marijuana'nın yasallaştırılması
gerektiğini düşünmektedir (“Madde 9”un ne olduğunu ve filmle bağlantısını
böylece anlarız. Filmin adı da Saul'un hazırladığı özel bir uyuşturucu
karışımının adından). Adamımız Dale'in
kafa bulma ürününü aldığı kişi ikincil adamımız Saul Silver'dir. Dale bir gün
bir cinayete tanık olur...
Yine
ağzı ve fikri bozuk (marijuana içmek -çocuklara bile- serbest olsun, lise
çağındaki kızlar cinselliklerini özgürce yaşasın, “Tanrı'nın vajinası gibi”
benzetmesi büyük bir buluştur, uyuşturucu
ile kafayı bulmak hoştur vb.) komedi filmleri furyasından, o furyadan
epeyce parsa toplayan Seth Rogen ve ekibinin elinden çıkan bir “komedi” filmi.
Coen kardeşlerin her şeyin ters gittiği trajikomik filmlerinden esinlendikleri
belli. En sıkıcı bölümü iki adamımızın ormanda saçmaladıkları sahne, kötülerin
kötüsü.
Çok
sıkılıyorsan ve yanında geyik çevirebileceğin samimi bir arkadaşın yoksa,
okuyacağın bir kitabın yoksa, uykun da yoksa izle, vakit öldür. Ben bu filmi
Gom Player programının hızlı çalma özelliği sayesinde normalinde % 20 ila % 50
daha hızlı izleyebildiğim ve arada ufak tefek işlerimi hallettiğim için daha az
vaktimi öldürdüm.
10 Ekim 2009'da 62.759 oya göre
imdb.com notu 7,2.
Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi (1968) 6/10
Yönetmen: Franklin J. Schaffner, Senaryo: Michael Wilson, Rod Serling (Pierre
Boulle’ün romanından)
ABD;
107 dakika
Oyuncular:
Charlton Heston (George Taylor), Roddy McDowall (Cornelius), Kim Hunter (Zira),
Maurice Evans (Dr. Zaius), James Whitmore (Başkan), James Daly (Honorious),
Linda Harrison (Nova), Robert Gunner (Landon), Lou Wagner (Lucius), Woodrow
Parfrey (Maximus), Jeff Burton (Dodge), Buck Kartalian (Julius)
Biri kadın dört ABD’li astronot ışık
hızına yakın bir hızla yaptıkları dünyadaki normal zaman akışına göre 2000 yıl
süren bir uzay yolculuğunun sonucunda,
320 ışık yılı ötedeki bir gezegene iner. Kadın astronot derin uyku
sırasında ölmüştür. Üç adamımız çölde yaptıkları yürüyüşün sonunda “insana
benzeyen” yaratıkların yaşadığı bir vahaya ulaşır. Tam bu gezegenin imparatoru
olmayı düşündükleri sırada insan gibi davranan maymunlar tarafından avlanırlar.
Bu dünyada şempanzeler, orangutanlar, goriller insan, insanlar da onların
elinde maymun olmuşlardır. Maymunlar yaklaşık olarak insanların 1860’larda
sahip olduğu teknolojiye sahip görünmektedir.
Hayvanların insanları avlayıp
cesetleri önünde fotoğraf çektirdikleri sahne insanların hayvanlara yaptığı
zulmün korkunç bir karikatürü gibi. Farklı sandığımız gezegenin aslında Dünya
olduğunu kahramanımızla birlikte öğrendiğimiz o son sahne sinema tarihinin
unutulmaz finallerinden.
Dünyadaki canlıların en üstünü
olduğumuza dair inancımızla diğer canlı türlerine istediğimizi yapma hakkına
sahipmişiz gibi düşünürüz. Bu film durumu ters yüz edip fazla gururlu olmamamız
gerektiğini öğütlüyor. Ayrıca gorillerin asker, şempanze ve orangutanların da
bilim maymunu olarak sunulması gerçek dünyada insanlar arasındaki iş bölümüne
esprili bir gönderme olmuş.
Astronotumuzun maymunlarla Amerikan
İngilizcesi konuşabiliyor olması vb. saçmalıklar filmin değerini düşüren
öğeler.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
50.353 oya göre 8 [izleme tarihi 12 Temmuz 2009]
Recep İvedik 2 (2009) <4> Yönetmen: Togan
Gökbakar, Senaryo: Şahan Gökbakar, Serkan Altuniğne , Togan Gökbakar
Türkiye;
sinemada izledim
Oyuncular:
Şahan Gökbakar (Recep İvedik), Gülsen Özbakan (Nene), Çağrı Büyüksayar (Ali
Kerem), Efe Babacan (Hakan İvedik), Asiye Dinçsoy (Yakuza)
Filmi 16 Şubat 2009 Pazartesi akşamı
Denizli’de sinemada izledim.
Recep, ninesinin ısrarları üzerine,
iş, eş ve saygınlık kazanmak için girişimlerde bulunurken ortalığı birbirine
katar.
İlk filmden kat kat güzel bir film olmuş.
İzlerken Recep İvedik karakterini bu maceralarını
neden beğendiğimi anladım: Recep tam Türk işi bir süper kahraman. Politik
olarak doğru olmaya çalışmadan aklından ne geçiyorsa söylüyor. Biz bunu gülünç
görünmemek, anlıyormuş gibi görünmek, başımızı belaya sokmamak vb. nedenlerle
yapamıyoruz / yapmıyoruz. Oysa o yoga dersinde “lotus” duruşunun aslında bizde
de binyıllardır bilinen “bağdaş” olduğunu ağzını doldura doldura
söyleyebiliyor. Ruh güzelliğinin önemli olduğunu, ama bizler ruhlar âleminde
yaşamadığımız için görünüm güzelliğinin de önemli olduğu “kabaca” da olsa açık
söylüyor. İnsanların yarattıkları kültür öğelerini putlaştırmaları ile insan
değillermiş ya da üstün bir ırkmış gibi davranmalarıyla alay ediyor. Bunu,
insanlara, birer anüsleri ve cinsel organları olduğuna göre kendilerini farklı
görmelerinin / göstermelerinin temelde ne kadar gülünç olduğunu hatırlatarak,
“kabaca” yapıyor. Bu tür filmler bu basit, ama üzeri örtülemez gerçeği gözler
önüne sererek, izleyenlerde bir tür deşarj durumu yarattıkları için her zaman
çok izlenir.
Ağzı bozuk Amerikan saçma komedilerinin çoğundan
daha iyi bir yerli ağzı bozuk saçma komedi.
Recep İvedik karakteri Şahan Gökbakar’ın TV8
kanalında gösterilen bir programın skeçlerinde görülmüştü. Ortada anlatacak
karmaşık bir öykü olmadığından, bu film de bir skeç toplaması olmuş. Recep
eczanede, Recep sosyete partisinde, Recep süpermerkette, Recep uçakta, Recep
kızla buluşuyor - 1, Recep kızla buluşuyor - 2 vb. Bunların içerisinde en
gereksizi, en “Bu ne yaaa!” dedirten bölüm Recep’in ayılıklarını golf sahasına
taşıdığı skeç.
imdb.com’da oy verdiğim 27 Şubat 2009 tarihindeki
puanı 5,3 (522 oy ile). Ben 6 veriyorum. 26 kişi (% 5) aynı puanı vermiş. Bu
arada dikkate çekici bir nokta: Şimdiden iki milyondan fazla kişinin izlediği
filme (13 Şubat’ta gösterime girdi) şu ana kadar sadece 522 oy verilmiş. [EK: 28 Mart 2009 tarihinde imdb.com’da 6
olarak verdiğim notu 4’e düşürdüm. Bunda “A.R.O.G.”u izleyip teknik anlamda
sarf edilen gayreti görmem oldu. İvedik’te sinema tekniği açısından hiçbir emek
yok.]
Rey de la Montaña, El / Dağların Hâkimi (2007)
<4> Yönetmenler: Gonzalo López-Gallego, Stewart St. John, Senaryo:
(Javier Gullón’un öyküsünden) Javier Gullón, Gonzalo López-Gallego
İspanya;
85 dakika
Oyuncular:
Leonardo Sbaraglia(Quim), María Valverde (Bea), Thomas Riordan (Hermano Menor),
Andrés Juste (Hermano Mayor), Pablo Menasanch (Guardia Joven), Francisco Olmo
(Guardia Mayor)
İspanya’nın dağlık kırsal kesiminde
ergenlik dönemindeki keskin nişancılarına av olan insanlar.
Sıradan bir gerilim filmi.
Soğukkanlı genç katiller, Gus Van Sant’ın 2003 yapımı “Elephant
/ Fil” filmindekilerle uzaktan akraba gibiler.
Imdb.com puanı 27 Şubat 2009’da 536
oyla 6,3. Ben 4 verdim. 33 kişi (%6,2) aynı oyu vermiş.
RocknRolla (2008) <3> Yazan ve
Yöneten: Guy Ritchie
Büyük
Britanya; 114 dakika
Oyuncular:
Gerard Butler (One Two; Bir İki), Mark Strong (Archy), Toby Kebbell (Johnny
Quid), Thandie Newton (Stella, muhasebeci), Tom Wilkinson (Lenny Cole), Karel
Roden (Uri Omovich), Idris Elba (Mumbles), Tom Hardy (Yakışıklı Bob)
01:06:24 ile 01:15:24, 01:18:48 ile
01:21:40, 01:36:04 ile 01:46:36 dakikaları arasında film güzel. Bunun dışında
tutuk, oyuncular rollerini ezberleyememiş, daha kötüsü oyuncuların
ezberleyeceği rolleri yokmuş gibi duran bir mafya filmi. Galiba bu filmin
devamı da olacakmış. Belki o filmde konu ilginçleşir.
İmdb.com puanı 27 Şubat 2008 Cuma
günü 7,4 (23.294 oy). Ben 3 puan verdim. 258 kişi daha (%1,1) aynı puanı
vermiş.
Role Models (2008) <1> Yönetmen: David
Wain, Senaryo: David Wain, Paul Rudd, Ken Marino, Tim Dowling, W. Blake Herron
ABD,
101 dakika
Oyuncular:
Seann William Scott (Wheeler), Paul Rudd (Danny Donahue), Christopher
Mintz-Plasse.(Augie Farks), Bobb'e J. Thompson (Ronnie Shields), Elizabeth
Banks (Beth), Jane Lynch (Gayle Sweeny), Ken Jeong (Kral Argotron), Carly Craig
(Connie)
Klişelerden bir demet oluşturmuşlar
ve ortaya “komedi türünde” etiketi yapıştırılmış, 15 yaşından büyük tüm
insanların zekâlarına hakaret sayılabilecek bir “movie” (bir ses kuşağının
eşlik ettiği kımıldayan resimler bütünü).
Bu tür filmler ancak şu biçimde
izlenebiliyor: Film izlemek için harcadığınız zaman ömrünüzden akıp gidiyor. Bu
film için de utanmadan, bitiş yazıları dâhil 101 dakikanızı harcamanızı
bekliyorlar. Uzlaşma şu şekilde gerçekleşiyor; ben yemek pişirmek için
malzemeleri hazırlarken izledim filmin bir kısmını. Birazına da gazete okurken
göz attım. Bir kısmında medya oynatıcı programın hızlandırma özelliğini
kullandım (böylece saniyede 24 değil de örneğin 36 kare hızla izleyip
zamanınızın bir kısmını daha hırsız yapımcılardan kurtarıyorsunuz. Bu sırada
internette rastladığım bir sloganı hatırlıyorum: “Destek vermezsen korsana,
hırsız yapımcılar kor sana”.)
Elizabeth Banks adlı güzel sarışının
oynadığı 2008 yapımı iki “komedi” etiketli film izledim. Diğeri “Zack and Miri Make a Porno”. O da bunun gibi berbattı.
04 Mart 2009 Çarşamba tarihinde
imdb.com puanı 10 üzerinden 7,5 (16.257 oy). Eğer bu notu 100 üzerinden alsaydı
sonuna kadar hak etmiş (!) olurdu. 232 kişi (%1,4), aynı notu vermiş. Bu siteye
giren çoğunluğun gerek takvim gerekse zekâ yaşı çok düşük olmalı ki bu karın
ağrısı filmlere verilen puan bu kadar yüksek çıkıyor. 3167 kişi 10 puan vermiş
(%19,5).
Royal Tenenbaums, The (2001) <3> Yönetmen: Wes
Anderson, Senaryo: Wes Anderson, Owen Wilson
ABD;
110 dakika
Oyuncular:
Gene Hackman (Royal Tenenbaum), Anjelica Huston (Etheline Tenenbaum), Ben
Stiller (Chas Tenenbaum), Gwyneth Paltrow (Margot Tenenbaum), Luke Wilson
(Richie Tenenbaum), Owen Wilson (Eli Cash), Bill Murray (Raleigh St. Clair),
Danny Glover (Henry Sherman), Seymour Cassel (Dusty), Kumar Pallana (Pagoda)
Royal Tenenbaum hala resmen nikâhlı
olduğu karısının bir başkasıyla evlenme ihtimali olduğunu öğrenince “Hastayım,
ölüyorum!” numarasıyla yıllar önce terk ettiği evine geri döner. Çocukları da
eve taşındığından sanki eski güzel geri günlere dönülmüş gibidir. Sadece
gibidir…
Güzelmiş gibi yapan (!) ama güzel
olmayan filmlere çok güzel bir örnek. Bir sürü laf kalabalığının arasında espri
yitip gitmiş. Yapıcılar kendilerini çok zorlamasa biraz daha iyi bir film
olabilirmiş. Komik yönleri abartılmış karakterlere sırtını dayamaya çalışan ama
neticede kayıp düşen daha kaç film çekilecek acaba?
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
74.663 oya göre 7,6 [izleme tarihi 20 Temmuz 2009].
Rosetta (1999) <9> Yönetim ve
Senaryo: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Fransa,
Belçika; 90 dakika
Oyuncular:
Émilie Dequenne (Rosetta), Fabrizio Rongione (Riquet), Anne Yernaux (anne),
Olivier Gourmet (patron)
Alkolik annesiyle beraber şehir
kenarındaki karavan parkında yaşayan Rosetta’nın hayata tutunma mücadelesi.
Rosetta, güdümlü füze gibi yaşıyor
hayatı. Bir hedefe kilitleniyor ve hiç sapmadan o hedefe doğru yürüyor. Onun
için “duygusuz” demek, yüzeysel bir değerlendirme olur. O öyle bir hayat
yaşamış ki, sanki hiç duyguları olmamış, duygu nedir bilmemiş.
Filmde fon müziği kullanılmamış.
Çekimler omuz kamerasıyla yapılmış bu da kendimizi izlediğimiz hikâyenin
içindeymişiz gibi hissetmemizi sağlıyor.
01 Şubat 2009 Pazar tarihinde
imdb.com notu 7,2 (2835 oy). Ben 9 verdim; 470 kişi benimle aynı notu vermiş
(%16,6).
Serpico (1973) <7> Yönetmen:
Sidney Lumet, Senaryo: Waldo Salt, Norman Wexler (Peter Maas'ın kitabından)
ABD, İtalya; 130 dakika
Oyuncular: Al Pacino (Polis memuru Frank Serpico),
John Randolph (Şef Sidney Green), Tony Roberts (Bob Blair), Jack Kehoe (Tom
Keough), Biff McGuire (Yüzbaşı Dedektif McClain), Barbara Eda-Young (Laurie),
Cornelia Sharpe (Leslie Lane), Allan Rich (Bölge savcısı Herman Tauber), John
Medici (Pasquale; kunduracı), James Tolkan (Teğmen Steiger), Ed Crowley
(Barto), Lewis J. Stadlen (Jerry Berman), Ed Grover (Müfettiş Lombardo),
Mildred Clinton (Serpico'nun annesi)
Serpico'nun
polisliğe kabul edildiği törende yapılan konuşmadan: “Polis memuru olmak, kanunlara inanmak ve onu tarafsızca, tüm
insanların eşitliğine ve her bireyin saygınlık ve değerine saygı göstererek
uygulamak demektir. Hayatınız her gün tehlike altında olacak. Ve karakteriniz
de. Güvenilirlik, cesaret, dürüstlük, merhamet, nezaket, sebat ve sabrınızın
olması gerekli.”
Serpico
bu konuşmayı içselleştiren az sayıdaki “dürüst” polisten biridir. Öyle olması
onun suçluların yanı sıra, görevlerini kötüye kullanan arkadaşlarıyla da
mücadele etmesini gerektirir.
Bir
yıl önce gösterime giren “The Godfather / Baba” filmindeki kanunsuzların başı
Michael Carleone rolüyle ünlenen Al Pacino, adeta kariyerinde bir denge unsuru
olsun diye bu filmde, yine İtalyan kökenli birini ama bu sefer öbür uçta
konumlanan, doğru yoldan şaşmayan bir polisi canlandırıyor (ya da yapımcılar
öyle uygun gördü , bilemiyorum). Hollywood'un cilvelerine güzel bir örnek.
İdealist
insanlardan yana bir film. Kanunlara uymanın, doğru yolu terk etmemenin, işini
en iyi şekilde yapmanın önemini vurguluyor. Sırf bu mesajı vermek için çekilmiş
gibi. En büyük eksiği Serpico'nun motivasyonunun kökenini bize anlatamayışı.
Serpico tüm diğerlerinin arasına uzaydan düşmüş gibi. Neden onlardan farklı
bilmiyoruz. Sadece başta alıntıladığım konuşmadan etkilenerek bu kadar dürüst
kalmayı başarmış olduğuna inanmamız beklenmiş sanki.
Serpico'nun
yardımına New York Times gazetesi koşuyor; devlet görevlileri değil. Özgür
basının neden önemli olduğunu da hatırlıyoruz böylece.
Anlatılanlar
gerçek olaylardan alınmış. 1936 doğumlu Frank Serpico 1959 yılında New York
Polis Depertmanı'na (NYPD) girmiş. Rüşvetçi polislere karşı ifadesi 25 Nisan
1970 tarihli New York Times gazetesine manşet olmuş. 03 Şubat 1971'de bir
uyuşturucu baskını sırasında vurulmuş. Dedektifliğe yükseltilmiş. Ertesi yıl
emekli olmuş ve İsviçre'ye yerleşmiş.
20
Eylül 2009'da 22.149 oya göre imdb.com notu 7,7.
Severance / Kanlı Mesai (2006) <7>
Yönetmen: Christopher Smith, Senaryo: James Moran, Christopher Smith
Birleşik
Krallık, Almanya; 91 dakika
Oyuncular:
Toby Stephens (Harris), Claudie Blakley (Jill), Andy Nyman (Gordon), Babou
Ceesay (Billy), Tim McInnerny (Richard), Laura Harris (Maggie), Danny Dyer
(Steve), David Gilliam (George), Juli Drajkó (Olga), Judit Viktor (Nadia)
Eski Doğu Bloku ülkelerinde korkunç
şeyler olabilir / oluyordur temalı bir film daha (“Hostel”
(2005) gibi). Komedi ve kanlı korku filmi (gore) türlerini oldukça iyi bir
biçimde harmanlamışlar.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
13.999 oya göre 6,7 [izleme tarihi 07 Temmuz 2009]
Shogun Assassin (1980) <8> Yönetmen:
Robert Houston, Senaryo: Kazuo Koike, Robert Houston, , Goseki Kojima, David
Weisman, (Kazuo Koike; öykü)
ABD,
Japonya; 85 dakika
Oyuncular:
Tomisaburo Wakayama (Ogami Itto; “Yalnız Kurt”), Kayo Matsuo (Baş kadın Ninja),
Minoru Ohki (Ölüm Üstadı 1), Akiji Kobayashi (Ölüm Üstadı 2), Shin Kishida
(Ölüm Üstadı 2), Akihiro Tomikawa (Daigoro; çocuk)
Karısı Shogun tarafından öldürtülen
samuray “Yalnız Kurt”, Shogun’un iki oğlunu öldürür. Küçük oğlu ile birlikte
Shogun’un gönderdiği katillerden kaçmaya başlar. Daha doğrusu o katilleri
analarından doğduklarına pişman eder.
Kanlı bir kılıç balesi. Küçük
çocuğuyla katiller ordusuna karşı savaşan samuray imgesi tuhaf ve güzel. Asık
suratlı samuray sanırım bizde çok ünlü olan “Kurtlar Vadisi” dizisinin
kahramanı, derin devletin fedaisi Polat Alemdar karakterine ilham vermiş
olabilir (mi?) (Ya da sadece Polat Alemdar’ı canlandıran Necati Şaşmaz
yeteneksiz bir oyuncu olduğu için mi aynı yüz ifadesiyle 200 bölüm idare etti J).
Samuray, küçük çocuk ve kadın
katilin çırılçıplak sarılıp ısınmaya çalıştığı sahne uzun süre unutulmaz
türden. Filmin tek göze batan yanı bir ağır sıklet güreşçisinin cüssesine sahip
olan samurayımızın, katillerini çok çabuk öldürebilmesi. İncelikli dövüş
sahneleri yok. Sahnelerde daha çok insanların çeşitli aletlerle çeşitli
biçimlerde doğranışını izliyoruz.
Bu filmi ilginç kılan bir yönü de
1972 tarihli iki Japon filminin ("Kozure Ôkami:
Kowokashi udekashi tsukamatsuru / Lone Wolf and Cub: Sword of
Vengeance" ve " Kozure Ôkami: Sanzu no kawa no ubaguruma / Lone Wolf and Cub: Baby Cart
at the River Styx") görüntülerinin yeniden kurgulanması yoluyla türetilmiş
olması. Yani bu film çekilmemiş, bütünüyle, hazırda var olan başka filmlerden sentezlenmiş.
14 Şubat 2009 Cumartesi günü
imdb.com notu 7,4 (2937 oy). Ben 8 verdim. 665 kişi (%22,6) aynı notu vermiş.
Simpsons Movie, The (2007) <3> Yönetmen: David
Silverman, Senaryo: James L. Brooks, Matt Groening, Al Jean, Ian
Maxtone-Graham, George Meyer, David Mirkin, Mike Reiss, Mike Scully, Matt
Selman, John Swartzwelder, Jon Vitti
ABD;
83 dakika
Karakterler:
Homer Simpson, Marge Simpson, Bart Simpson, Lisa Simpson, Ned Flanders, Mr.
Burns, Peder Lovejoy, Milhouse
Yıllar önce sinemada izlediğimde 8
vermiştim. Şimdi düzeltip 4 veriyorum. Kısa çizgi film serisi kısa iken güzel.
Uzatılınca tadı kaçıyor. Her şeyi alay konusu yapan tavır ikinci kez izlerken
25 dakikadan sonra “Bu ne ya!” dedirtiyor.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu
108.108 oya göre 7,6 [izleme tarihi 23 Temmuz 2009].
Sinbad: The Legend of the Seven
Seas (2003)
<4> Yönetmen: Patrick Gilmore, Tim Johnson, Senaryo: John Logan
ABD;
82 dakika
Sinbad’ın on iki şehrin dirliğini
düzenini sağlayan Barış Kitabını karışıklık tanrıçası Eris’in elinden kurtarışı
ve hayatının kadınını buluşu.
İki boyutlu klasik animasyon ile üç
boyutlu bilgisayar çizimi animasyon görüntülerinin birleştirildiği pek çok
sahne var. Çok ama çok güzel görüntüler (örneğin deniz kızlarının saldırısı) ve
neşeli karakterlerin enerjisi kötü bir senaryo nedeniyle boşa gitmiş. Yazık
olmuş.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 6.835
oya göre 6,6 [izleme tarihi 25 Temmuz 2009].
Slither (2006) 5/10 Yönetmen ve
Senarist: James Gunn
Kanada,
ABD; 92 dakika
Oyuncular:
Nathan Fillion (Bill Pardy), Elizabeth Banks (Starla Grant), Gregg Henry (Jack
MacReady), Tania Saulnier (Kylie Strutemyer), Michael Rooker (Grant Grant)
Uzaydan ormanlık alan düşen bir
yumurtadan çıkan sülük benzeri bir yaratık ve yavruları, yakındaki bir
kasabanın halkını hepsi Starla’ya âşık (!) zehir tüküren zombilere dönüştürür.
Tam bir hafta sonu akşamı
eğlenceliği. Starla’nın, uzun diliyle öldürdüğü bir ineği sürüklemekte olan
kocası yaratık-Grant’a evlilik bağı hakkında söylediği şey kadar gereksiz ve
saçma bir şey az bulunur J
Imdb notu 23.318 oya göre 6,6 (12
Eylül 2009).
Slumdod
Millionaire /
Milyoner / Milyoner Kenar Mahalle İti (2008) <10> Yönetmen: Danny
Boyle, Loveleen Tandan (yardımcı yönetmen; Hindistan ekibinde), Senaryo: Simon
Beaufoy (Vikas Swarup’un romanından)
Birleşik
Krallık; 121 dakika
Oyuncular:
Dev Patel (Jamal K. Malik; son hali),
Anil Kapoor (Prem Kumar; sunucu), Irrfan Khan (Polis Müfettişi), Freida Pinto
(Latika; son hali), Saurabh Shukla (Çavuş Srinivas; şişman polis), Raj Zutshi
(programın yönetmeni), Azharuddin Mohammed Ismail (Salim; ilk hali), Ayush
Mahesh Khedekar (Jamal; ilk hali), Sunil Aggarwal (Mr Chi), Mahesh Manjrekar
(Javed; mafya patronu), Sanchita Choudhary (Jamal'in annesi), Himanshu Tyagi (Mr Nanda), Rubiana Ali (Latika; ilk
hali), Ankur Vikal (Maman; çocukları dilendiren adam), Tanay Hemant Chheda
(Jamal; ikinci hali), Ashutosh Lobo Gajiwala (Salim; ikinci hali), Tanvi Ganesh
Lonkar (Latika; ikinci hali), Madhur
Mittal (Salim; son hali)
Bir varmış bir yokmuş. Hindistan
adındaki büyük ve kalabalık ülkede iki küçük erkek kardeş yaşarmış. Bunlardan
küçük olanı yardımsever duygulu iken büyük olan paragöz ve kötücül imiş.
Kardeşlerin annesi bir gün bir dini çatışma sırasında öldürülmüş (çocuklar
Müslüman’mış). Kardeşler kimsesiz kalmış. Çöplüklerde yatıp kalkmışlar. Dilenci
yapılmaya çalışılmışlar. Onların elinden kaçarken küçük kardeşin sevdiği kızı
geride bırakmak zorunda kalmışlar. Kardeşler çeşitli kanunsuz yollardan para
kazanmaya başlamışlar. Küçük kardeş Jamal, kız arkadaşı Latika’yı hiç
unutmamış. Onu çok aramış, sonunda bulmuş ama aralarına kötü kardeş Salim
girmiş. … Derken Jamal sorulara doğru cevap verildikçe verdiği para ödülü
gittikçe artan bir yarışmaya yarışmacı olarak katılmış. Tüm soruları bilmiş
–bazılarının cevabını yaşadığı hayat öğretmiş çünkü-, zengin olmuş ve sevdiği
kız Latika ile buluşmuş sonunda. Kötü kardeş bile son eylemiyle onlara bir
iyilikte bulunmuş.
Çağdaş bir masal. Tıpkı o yarışma
programı gibi, bu tip gerçek hayattan kaçış kanallarına ihtiyacımız var. Ama bu
filmin sunduğu kanal bizi arındırıp iyi şeyler düşünmemizi sağladığı için daha
üstün bence. Masallar tertemiz çocukluk günlerimize götürüyor bizi.
Uğruna hayatımızı vermeye değecek
tek değerin “sevgi” olduğunu söyleyen bir film. Sevgi hayatta kalmak, temiz
kalmak için bir itici güç, koruyucu bir zırh olarak sunulmuş. Bu mesajı ve
güzel kurgusu ve güzel müzikleri ile sevdirdi kendisini bana.
Unutmayalım; bin rupilik banknotun
üstünde Mahatma Gandi’nin resmi var. Kim bilir belki bir gün bir yarışmada soru
olarak karşımıza çıkar J
12 Nisan 2009’da imdb.com puanı
108.979 oyla 8,6. Imdb Top 250 listesinde 48. Sırada. Ben 10 puan verdim.
40.386 kişi daha (% 37,1) aynı notu vermiş –ki en çok verilen not da bu.
Soylent Green (1973) <9> Yönetmen:
Richard Fleischer, Senaryo: Stanley R. Greenberg (Harry Harrison’ın romanından)
ABD;
93 dakika
Oyuncular:
Charlton Heston (Thorn), Leigh Taylor-Young (Shirl; cariye), Chuck Connors
(Tab; bodyguard), Edward G. Robinson (Sol Roth), Brock Peters (Başdedektif
Hatcher), Paula Kelly (Martha Phillips), Joseph Cotten (William R. Simonson),
Stephen Young (Gilbert), Mike Henry (Kulozik), Lincoln Kilpatrick (Rahip Paul),
Roy Jenson (Donovan), Leonard Stone (Charles; bina görevlisi), Whit Bissell
(Santini; vali)
2022 yılında, nüfusu kırk milyonu
bulmuş bir New York şehrinde geçen bir karşıt-ütopya (distopya).
Aşırı nüfus artışı ve çevre kirliliğinin doğurduğu
sera etkisi medeniyeti bitme noktasına yaklaştırmıştır. Öyleki yaşlı bir insan
bir parça sığır eti görebildiğinde gözyaşlarına kapılmakta, eski güzel günleri
görmeyen yaştaki bir adam musluktan akan suyu ve bir kalıp sabunu görünce çok
şaşırmaktadır. Gerçek sebze, meyve bulmak zenginlerin bile güçlükle başarabildikleri
bir şeydir. İnsanların bir kısmı bina merdivenlerinde yatıp kalkmakta, bu yeri
başkalarına kaptırmamak için silahla nöbet beklemektedir. Makineler bozulmakta,
tamirinde güçlük çekilmektedir. Ölen insanların cesetleri çöp öğütme merkezine
gönderilmektedir.
Böyle bir dünyada (eski güzel günleri görememiş bir
yaşta) yaşlı kâtibi Sol ile bir dairede yaşayan 14. Bölge dedektifi Thorn’un önüne
çözmesi için bir suikast vakası gelir. Bu davayı çözmek isteyen Thom korkunç
gerçekle yüzleşmek zorunda kalır.
Filmin en etkileyici bölümü şu bence: Eski güzel
günleri görme fırsatı olmuş Sol, 2022 yılının dünyasına bir türlü uyum
sağlayamaz. Bir de herkesten gizlenen gerçeği öğrenince kararını verir. Yeni
dünyaya uyum sağlayamayan insanlara mutlu bir ölüm imkânı sağlayan ve “Home /
Yuva” gibi sıcacık bir ismi olan merkezlerden birine gider. Gerekli evrakları
imzalar. Son derece nazik çalışanlar eşliğinde beğendiği renkteki odaya gider.
Yatağa yatırılır, kendisini “huzura” kavuşturacak ilaç verilir şeker ikram
edilir gibi. Artık kalan son yirmi dakikasında klasik müzik eşliğinde dünyanın
eski güzel günlerine ait doğa görüntülerini izleyerek ölebilecektir. Film
sadece bu sahne için bile izlenebilir. Filmin bitiş yazılarının da güzel doğa
görüntüleri önünde akıtılmasının seyirciye söylenen son bir “uyumayın, çevreyi
koruyun, yoksa böyle giderse siz de ancak filmlerde görebilirsiniz bu güzel
doğayı” nasihati olduğunu düşündüm.
Film var olan sistemin, sistem ne kadar insanlık
dışı olsa da sistemden beslenenler tarafından her ne pahasına olursa olsun
korunması olgusunu da gözler önüne seriyor.
İnsanlara dünyanın nimetlerini tüketmekte dikkatli
olmazsanız bizi çok kötü günler bekliyor diye kaşlarını çatıp parmağını
sallayan iyi niyetli bir ihtiyar gibi bir film. Ama biz genellikle bedelini
ödemediğimiz şeyleri almayız; tıpkı öğütler gibi. Verdiği mesaj akılda kalıcı
olmamış ki gündemimizde hala çevre kirliliği ve küresel ısınma var. Uyarı
mesajının tekrar edildiği iki belgesel film belgesel film var. Biri 2006
yılının gözdelerinden olan, ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un “An Inconvenient Truth / Uygunsuz Gerçek” adlı power
point sunusu-filmi. Diğeri 2009 yapımı Yann Arthus-Bertrand’ın yönettiği “Home / Yuva”. Ayrıca film pek çok açıdan Ridley
Scott’un, yine karanlık bir gelecek tasviri yapan “Blade
Runner” (1982) filminin de öncülü (başkarakter o filmde de gerçeğin
peşindeki bir dedektif).
Kısa Notlar: Soylent Green, tıpkı Soylent Red,
Soylent Yellow gibi Soylent firması tarafından üretilen konsantre besinlerden
biridir; yüksekenerjili sebze konsantresi. Filmde Thorn bir kadını dövüyor.
19 Eylül 2009’da 13.705 oya göre
imdb.com puanı 7. Benden başka 1.447 kişi (% 10,6) 9 puan vermiş filme.
Speed Racer / Hızlı Yarışçı (2008) 5/10
Yönetmenler: Andy Wachowski, Larry Wachowski, Senaryo: (Tatsuo Yoshida’nın
anime serisinden) Andy Wachowski, Larry Wachowski
ABD,
Almanya; 130dakika
Oyuncular:
Emile Hirsch (Speed Racer), John Goodman (Pops Racer; baba), Roger Allam (E. P.
Arnold Royalton; baş kötü), Susan Sarandon (Mom Racer; anne), Christina Ricci
(Trixie), Nicholas Elia (Speed’in küçüklüğü), Melissa Holroyd (Speed'in
öğretmeni), Ariel Winter (Trixie’nin küçüklüğü), Scott Porter (Rex Racer), Kick
Gurry (Sparky), Paulie Litt (Spritle Racer), Matthew Fox (Racer X), Nayo K.
Wallace (Minx), Rain (Taejo Togokahn)
Olaylar tahminimce 2093 yılında
geçiyor. O yıllarda Formula 1 ve Nazcar yarışları karışımı bir otomobil yarışı
yapılmaktadır (“The Crucible”). Bu yarışı kazanmak isteyen doğuştan hız tutkunu
Speed Racer ve ailesi ile dini imanı para ve güç olan ve yarışı kazananı
kendisi belirlemek isteyen E. P. Arnold Royalton ve adamlarının mücadelesi.
Filmde kötülerin neden kötü olduğu
–motivasyonları- belli de iyilerin neden iyi olduğu belli değil. Esas adamımız
ve ailesi bön karakterler olarak kalmış. Derinleştirilememişler.
Parlak renkleri ile sanki bir çizgi
film gibi görünüyor. “Renk cümbüşü” filmin hak ettiği en yerinde niteleme.
Filmde çok bol miktarda görsel efekt kullanıldığı belli. Mekânların, araçların
büyük kısmı bilgisayar ürünü.
Filmi izlettiren hızlı kurgulu
birkaç heyecanlı yarış sahnesi var.
12 Nisan 2009 imdb.com puanı 25.690
oy ile 6,4. Ben 5 verdim. 1698 kişi (% 6,6) aynı notu vermiş.
Spider-Man
3 / Örümcek Adam
3 (2007) <2> Yönetmen: Sam Raimi, Senaryo: Sam Raimi, Ivan Raimi, Alvin
Sargent
ABD; 139 dakika
Oyuncular: Tobey Maguire (Spider-Man / Peter Parker),
Kirsten Dunst (Mary Jane Watson), James Franco (Yeni Goblin / Harry Osborn),
Thomas Haden Church (Sandman / Flint Marko), Topher Grace (Venom / Eddie
Brock), Bryce Dallas Howard (Gwen Stacy), Rosemary Harris (May Parker), J.K.
Simmons (J. Jonah Jameson), James Cromwell (Polis şefi Stacy)
Örümcek
Adam Peter Parker Mary Jane ve Harry Osborn ile ilişkisel sorunlar yaşarken bir
yandan da Goblin, Venom ve Sandman / Kum Adam ile mücadele eder.
Olmamış
bir film. Serinin ilk iki filmindeki kimyayı oluşturamamışlar; aynı ekip
olmalarına rağmen.
Örümcek
Adam'ı diğer süper kahramanlardan ayrı kılan onun insan yönünün, insan
ilişkileri yönünün vurgulanmasıydı her zaman. Ama bu filmde Örümcek tam bir
zavallıya dönüştürülmüş. Süper kahramanlığı filan kalmamış. Herkese muhtaç
sarsak bir aptal gibi resmedilmiş. Aşırı derecede bilgisayar ürünü görsel efekt
kullanılması filmi bir bilgisayar oyununa benzetmiş. Sizin kumanda edemediğiniz
bir bilgisayar oyunu da çok sıkıcı oluyor tabi.
Sandman
karakterinin ne hapisten kaçarken ki, ne banka soyarkenki ne de pişman olurken
ki motivasyonunu bize anlatamamışlar (madalyonda ki resimin gösterilmesi
yeterli değil). İşte en büyük boşluklardan biri bu.
04
Ekim 2009'da 129.125 oya göre imdb.com puanı 6,5.
Splinter / Kıymık (2008) 1/10
Yönetmen: Toby Wilkins, Senaryo: Kai Barry, Ian Shorr, Toby Wilkins
ABD;
79 dakika
Oyuncular:
Shea Whigham (Dennis Farell; biyolog), Paulo Costanzo (Seth Belzer; kaçak),
Jill Wagner (Polly Watt; Dennis’in sevgilisi), Rachel Kerbs (Lacey Belisle;
Seth’in sevgilisi), Charles
Baker (Blake Sherman Jr.; benzinci), Laurel Whitsett (Şerif Terri Frankel)
Ormanlık bir yerde pikniğe çıkan
sevgililer, Meksika’ya kaçmaya çalışan iki kanunsuz tarafından rehin alınır.
Yolda bir şeyi ezerler. O şey hem tekerlerini hem benzin depolarını deler.
Gittikleri benzinlikte kıymıkların zombileştirdiği insanlarla mücadele ederler.
6 kişilik oyuncu kadrosu var.
İkisinin rolü çok kısa.
Düşük bütçeyle çekildiği belli:
Efektlerin sakilliği hızlı kamera hareketleri ve yanıp sönen ışıklarla
örtülmeye çalışılmış.
Senaryo –üç kişi tarafından yazılmış
olmasına rağmen- mantıksız. Dennis ve Polly’nin o her yere uzak ormana gidiş
nedenleri doyurucu biçimde açıklanmamış. Lacey karakteri çok abartılı
resmedilmiş. Yaratık sıcağa gitmekten neden vaz geçiyor belli değil (aslında
belli, senaryonun aptallığından dolayı aç kalacağını anladı ve kendi kendine
“ateşi bırak buz kesmiş adama saldır” dedi J).
Film bittiğinde, vaktimi –ömrümün bir kısmını- çok
kötü bir film izleyerek harcadığımı düşündüm. 1982 yapımı “The Thing” filmine özenmiş kötü bir film. İnternette
“basit, ucuz ve çok eğlenceli” denildiğini okudum. Basit, ucuz ve vakit kaybı
diye düzelteyim.
12 Nisan 2009’da imdb.com notu 6,3 (2.259 oy). Ben 1
verdim. 87 kişi (% 3,9) benim gibi düşünmüş. 221 kişi (% 9,8) 10 puan vermiş.
Bunlar 7-13 yaş arsasındaki izleyiciler diye tahmin ediyorum. [Bu film 03
Nisan’da ülkemizin sinemalarında gösterime girdi. Her Amerikan çöplüğünü
başımıza taç etmesek olmazmı.]
Star Trek (2009) 6/10 Yönetmen: J.J.
Abrams, Senaryo: Roberto Orci, Alex Kurtzman (Gene Roddenberry’nin yarattığı
televizyon dizisinden)
ABD,
sinemada izledim
Oyuncular:
Chris Pine (James T. Kirk), Zachary Quinto (Spock), Leonard Nimoy (Spock; yaşlı
hali), Eric Bana (Nero), Bruce Greenwood (Pike), Karl Urban (Bones), Zoe
Saldana (Uhura), Simon Pegg (Montgomery Scott), John Cho (Sulu), Anton Yelchin
(Chekov), Ben Cross (Sarek), Winona Ryder (Amanda Grayson, Spock’un annesi),
Chris Hemsworth (George Kirk), Jennifer Morrison (Winona Kirk), Rachel Nichols
(Gaila, yeşil kız)
1960’lı yılların Amerikan televizyon
dizisinin yeniden sinemaya uyarlaması. İyi cilalanmış, bol aksiyon ve özel
efekt katkısı yapılmış.
Ses ve görüntü efektleri etkileyici.
Konu karmaşık –ki aslında çok karmaşık değil ama iyi anlatılamamış.
Romulan maden gemisinin tasarımı,
matkap, Vulcan gezegeninin yok oluşu oldukça etkileyici. Yeni Spock çok çocuksu
bir surata sahip gibi geldi J
29 Mayıs 2009 tarihinde imdb.com
notu 8,4 (61,726 oya göre). Buna göre IMDB Top 250 listesinde 83’üncü sırada.
Ben 6 verdim. 1.932 kişi (% 3,1) aynı oyu vermiş.
Tarzan (1999) 10/10 Yönetmen: Chris
Buck, Kevin Lima, Senaryo: Tab Murphy, Bob Tzudiker, Noni White (Edgar Rice
Burroughs’un "Tarzan of the Apes" adlı öyküsünden)
ABD,
88 dakika (84 dakika)
Ünlü öykünün Walt Disney yapımı
çizgi film uyarlaması.
Bol aksiyon ve güldürü içeriyor.
Canlı türlerinin korunması yönünde güçlü çevreci / hümanist mesajlar
hissediliyor. Türler arası farklılığın önemli olmadığı vurgulanırken ırklar
arası farklılıkların hiç önemli olmadığı mesajı da güzelce verilmiş oluyor.
Yani film için hem ırkçılık hem türcülük karşıtı denilebilir.
Tarzan ile Jane arasında aşkın filizlenişi bir çizgi
filmden pek de umulmayacak bir yoğunlukta anlatılabilmiş. Etkileyici. Pek çok
Disney animasyonundan daha anlamlı.
Arada söylenen şarkılar müzikal havası da katıyor.
İzlediğim Türkçe dublajlı kopyada şarkıların da Türkçeleştirilmiş olması çok
hoştu.
18.01.2008 Pazar günü imdb.com notu 6,9/ 10,21.576
oy ile. Ben 10 / 10 verdim.
Tales of the Black Freighter (2009) 5/10 Yönetmen: Mike
Smith, Daniel DelPurgatorio, Senaryo: Zack Snyder, Alex Tse (Alan Moore’un
“Watchmen” isimli çizgi roman serisinden)
ABD;
26 dakika
Ölümsüz korsanlar tarafından
batırılan gemisinden tek başına sağ kurtulan Kaptan, kendisine tayfasının
cesetlerinden bir sandal yapar ve kıyı kasabasında yaşayan ailesini,
dostlarını, korkunç düşmana karşı uyarmak için çok zorlu bir deniz yolculuğuna
çıkar.
Doğa üstü yaratıklardan kaynaklanan
korkuları uğursuz dil üslubuyla anlatan H.P. Lovecraft’tan bir hayli
etkilenilerek kotarıldığını düşündüğüm bir animasyon. Ancak hikaye
Lovecraft’ınkilerin yanında zayıf kalmış gibi geldi bana.
12 Nisan 2009’da imdb.com oyu 642
oyla 4,3. Ben 5 verdim. 21 kişi (% 3,3) aynı notu vermiş.
Terms of Endearment / Sevgi Sözcükleri (1983) 7/10
Yönetmen ve Senarist: James L. Brooks (Larry McMurtry’nin romanından)
ABD,
126 dakika
Oyuncu:
Shirley MacLaine (Aurora Greenway), Debra Winger (Emma Horton), Jack Nicholson
(Garrett Breedlove; emekli astronot), Danny DeVito (Vernon Dahlart), Jeff
Daniels (Flap Horton), John Lithgow (Sam Burns), Lisa Hart Carroll (Patsy
Clark)
Bir anne ve kızı ile onların
erkeklerle “fırtınalı” ilişkileri. Bir aile melodramı. Bir gözyaşı sağıcı
(tearjerker). Kanserden ölüm vakası içeriyor.
Filmin en önemli rahatsızlığı aşırı
fon müziği kullanımı. Zinaya, insani bir durum olduğundan olsa gerek, anlayışla
yaklaşıyor.
O yıl beş Oscar almış: En iyi film,
yönetmen, uyarlama senaryo, kadın oyuncu (Shirley MacLaine), yardımcı erkek
oyuncu (Jack Nicholson).
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
15.074 oya göre 7,3 [izleme tarihi 22 Temmuz 2009]
Tetsuo / Tetsuo, The Iron Man (1989) 2/10
Yönetmen, Senarist: Shinya Tsukamoto
Japonya;
64 dakika
Oyuncular:
Tomorowo Taguchi (Adam), Kei Fujiwara (Kadın), Nobu Kanaoka (Gözlüklü kadın)
Bir adamın bedeni hurda demir
yığınına dönüşmektedir.
Manasız bir film. Bundan on beş sene
önce izleseydim daha yüksek bir puan verebilirdim belki. Örneğin ergenlik
dönemimde izlediğim, tıpkı bu film gibi ani kamera hareketleri dehşete kapılmış
yüz ifadeleriyle dolu “The Evil Dead” (1980) filmine hala 6’dan aşağı puan
veremiyorumJ
Bir sürü çarpıtılmış görüntüyü
gözlerimize, sesi kulağımıza boca ediyor. Siyah beyaz çekilmesi ucuz görsel
efektelerin etkileyci görünmesini sağlamış. En iyi özelliklerinden birisi de 70
dakikadan kısa olması.
06 Haziran 2009 tarihinde imdb.com
puanı 7,1 (4939 oya göre). Ben 2 verdim. 107 kişi (% 2,2) aynı puanı vermiş.
Texas Chain Saw Massacre, The / Texas Motorlu Testere Katliamı
(1974) 8/10
Yön: Tobe Hooper, Senaryo: Kim Henkel, Tobe Hooper
ABD,
83 dakika
Oyuncular:
Marilyn Burns (Sally Hardesty), Allen Danziger (Jerry), Paul A. Partain
(Franklin Hardesty; tekerlekli sandalyede), William Vail (Kirk), Teri McMinn
(Pam), Edwin Neal (Otostopçu), Jim Siedow (Yaşlı adam; aşçı), Gunnar Hansen
(Leatherface / Derisurat), John Dugan (Büyükbaba)
Texas’ın kırsalında aynı evde
yaşayan dört manyağın kurbanı olan 4+1 genç (sonuncusu yaralı kurtuluyor).
2000’li yıllarda çekilen bir dizi
kasaplık filminin atası. Onlar kadar kanlı ve gösterişli değil. Ama bu ham /
acemice yapılmış görünümüyle onların hepsinden daha etkileyici. Olay örgüsünün
iyi örülmüş olması filme en büyük kozu olan “gerçek havası”nı vermiş.
Çılgınlığın bile çıldırdığı son sahnesi unutulmaz.
02 Temmuz 2009 tarihinde imdb.com
notu 7,5 (28.687 oya göre). Ben 8 puan verdim. 5.914 kişi (% 20,6) benimkiyle
aynı notu vermiş.
THX 1138 (1971) 3/10 Yönetmen: George
Lucas, Senaryo: George Lucas, Walter Murch (Matthew Robbins’in çizgi
romanından)
ABD,
88 dakika (Director’s cut)
Oyuncular:
Robert Duvall (THX), Donald Pleasence (SEN), Don Pedro Colley (SRT), Maggie
McOmie (LUH), Ian Wolfe (PTO), Marshall Efron (TWA), Sid Haig (NCH)
Olaylar belirsiz bir gelecekte
geçmektedir. Yaşam mekanikleşmiş, insanlar mutluluğu kimyasal maddelerde arar
olmuşlardır. Sevişmek yasaktır, tüketim teşvik edilmektedir. Mastürbasyonu bile
mekanik bir alet yapmaktadır. İnsanlar bant kaydından papağan gibi aynı sözleri
çalan İsa fotoğrafının önünde günah çıkarmaktadır. THX bu çemberi kırmaya karar
verir.
Karamsar bir gelecek tablosu. Bir
karşıt ütüopya / distopya.
Film öylesine yabancı bir gelecekte
geçiyor ki izlediğimiz mekanlarla ve insanlarla yeterince empati kuramıyoruz.
SEN karakterinin motivasyonu anlatılamamış. Bembeyez odalarda bembeyaz
elbiselerle dolaşan dazlak insan görüntüleri bir süre sonra sıkıyor insanı.
Filmin gövdesiyle zayıf bağına rağmen (özellikle de THX’i derinlemesine
tanımamış olmamız nedeniyle kopuk duran) finali, yine de etkileyici etkileyici.
SEN’i canlandıran Donald Pleasence,
tıpkı “The Great Escape” (1965) filminde olduğu gibi kaçmayı başaramıyor (o
filmde gittikçe körleştiği için kaçamamıştı).
01 Haziran 2009’da imdb.com notu
12,900 oya göre 6,8. Ben 3 verdim. 317 (% 2,5) benimki ile aynı puanı vermiş.
Titan A.E. (2000) <1> Yönetmen: Don
Bluth, Gary Goldman, Art Vitello, Senaryo: Ben Edlund, John August, Joss Whedon
ABD;
91 dakika
3028 yılında Dünya insanlığın
gelişiminden korkan bir uzaylı tür tarafından yok edilir. O gün, uzaya
sürüklenen insan kolonisinin kurtuluş haritasını eline işlenmiş şekilde taşıyan
çocuk (haritayı oraya babası kodlamıştır), 15 yıl sonra, 19 yaşında insanlığı
kurtarma çalışmalarına başlar.
Standart Tevrat esinli “Mesih / vaat
edilmiş topraklar / Nuh’un Gemisi” hikâyesi. “Star Wars
- Episode IV” (1977) filmini andırıyor. Karakterlerin mimik animasyonu
başarılı değil. Konu klişenin de klişesi.
01 Şubat 2009 Pazar tarihinde
imdb.com notu 6,4 (18.842 oy). Ben 1 verdim; 340 kişi (% 1,8) benimle aynı notu
vermiş.
Tôkyô Zankoku Keisatsu / Tokyo Gore Police (2008)
<1> Yönetmen: Yoshihiro Nishimura, Senaryo: Kengo Kaji, Sayako Nakoshi,
Yoshihiro Nishimura
Japonya,
ABD; 110 dakika
Oyuncular:
Eihi Shiina (Ruka), Itsuji Itao (Keyman; suçluları zombileştiren adam),
Yukihide Benny (Tokyo Polis Şefi), Jiji Bû (Barabara-Man), Keisuke Horibe
(Ruka'nın babası), Ikuko Sawada (Bar Independent Diner), Shun Sugata (Tokyo
Polis Komiseri)
Dürüst bir polis memuru olan babası
gözlerinin önünde korkunç bir şekilde öldürülen Ruka, polis şefi tarafından
büyütülür ve polis olur. O özel bir polistir. “Mühendis” adı verilen özel bir
suçlu türü ile mücadele etmektedir. “Mühendis”ler, vücutlarının içine
soktukları anahtar biçimindeki ur kesilmeden öldürülememektedir.
Kanın yangın hortumundan
fışkırırcasına tazyikle aktığı bir film. Filmde bulunan birkaç iyi fikir aşırı
kan ve makyaj kullanımına kurban edilmiş. Herhalde ‘tarihin en kanlı filmini
yapalım’ diye yola çıkmışlar, bir noktadan sonra frenleri boşalmış ve
yaptıkları işi soytarılığı dökecek kadar ciddiye almışlar J
Filmdeki güzel fikirlerden: Kolları
ve bacakları kesilip yerlerine samuray kılıcı takılmış kadın (“Painkiller” adlı
bilgisayar oyunundaki canavar tiplerinden birinden esinlenilmiş galiba), yumruk
fırlatan silah, kesilen bacaklarından fışkıran kanını kullanarak roket gibi
uçan adam, belden aşağısı timsah ağzına dönüşen kadın.
Araya giren korkunç-komik reklamlar,
polis teşkilatının özelleştirilmiş olması ve karamsar biçimde tasarlanmış bir
gelecekte geçiyor olması (suçlular gemi azıya almıştır) bana “Robocop”
filmlerini, en çok da “Robocop 2” (1990) filmini
hatırlattı. Ayrıca korkunç-komik reklamlarını anımsadığım bir başka film de “Starship Troopers / Yıldız Gemisi Askerleri” oldu.
Kesilen ve yeri düşen suratlar doğrudan Takashi Miike’nin “Koroshiya 1 / Ichi the Killer” (2001) filmine bir
gönderme. [Korkunç-komik reklamlara bir örnek: İntihar etmek isteyen genç
kızların bileklerini daha rahat kesmeleri için üretimiş özel bıçağın reklamı.]
Akıllarına getirdikleri tüm
fantezileri alabildiğine abartılı biçimde perdeye aktarmış bir grup istismar
sinemacısının ürünü.
12 Nisan 2009’da imdb.com notu 6,4
(924 oyla). Ben 1 verdim. 64 kişi (% 6,9) aynı notu vermiş.
Triplettes de Belleville, Les / Belleville’de Randevu / Belleville
Üçüzleri (2003) <1> Yönetmen ve Senarist: Sylvain Chomet
Fransa,
Belçika, Kanada, Birleşik Krallık; 77 dakika
Bu filmde el bombasıyla avladıkları
kurbağaları pişirip yiyen üçüz yaşlı şarkıcı kadınlar var. Gelip geçen trenlere
havlayan bir köpek var.
İzlediğim en sıkıcı, en nahoş çizgi
film.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
17.741 oya göre 7,7 [izleme tarihi 20 Temmuz 2009]
Troy / Truva (2004) 8/10 Yönetmen:
Wolfgang Petersen, Senaryo: David Benioff
ABD,
Malta, Büyük Britanya; 156 dakika
Oyuncular:
Brad Pitt (Achilles), Eric Bana (Hector), Diane Kruger (Helen), Orlando Bloom
(Paris), Sean Bean (Odysseus), Peter O'Toole (Priam), Brian Cox (Agamemnon),
John Shrapnel (Nestor), Brendan Gleeson (Menelaus), Julie Christie (Thetis)
Homeros’un İlyada destanında
anlatılan Truva savaşının bilgisayar ürünü efektlerin desteğiyle “ete kemiğe
büründürülmüş” hali. Efsanenin ilahi havası oldukça törpülenmiş. Örneğin
savaşın asıl sebebinin Helen’in kocasından kaçırılması değil Yunanistan’ın
emperyal emelleri olduğu vurgulanıyor. Gençler tanrılardan alaycı bir biçimde
bahsederken yaşlılar tanrılara hürmet gösteriyor.
Savaş sahneleri görkemli. Fon müziği
pek etkileyici değil. Sadece yeterince varlık göstermiş.
Filmin zayıflıkları: 1. Truvalıların
ünlü atı şehre aldıktan sonra yaptıkları –sonra mahvolmalarına yardımcı olan-
içkili eğlenceler yeterince gösterilmemiş. 2. Truva’nın yağmalanması
sahnesindeki koreografi iyi değil. 3. “Aşil’in topuğu” efsanesine mantıksal bir
açıklama getirelim derken ibre göstergenin “gülünç” yazan tarafına doğru
dönmüş: Koca Aşil, tıfıl Paris’in ok atışı çalışma tahtasına dönüyor.
Kahramanın ölümü çok ihtişamsız olmuş (gülünç olmasaydı bu da anlaşılabilirdi;
filmin başka bölümünde bir komiklik çabası da yok ki film alaycı diyelim). 4.
Aşil’i savaş meydanına çağırmak gibi asla savsaklama kaldırmayacak bir görev
bir çocuğa veriliyor.
Özetle; sona doğru voltajı düşe ama
ilk iki saati ihtişamlı olan bir tarihsel savaş filmi.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu
114.044 oya göre 7 [izleme tarihi 27 Temmuz 2009].
Turistas (2006) 3/10 Yönetmen: John
Stockwell, Senaryo: Michael Ross
ABD;
90 dakika
Oyuncular:
Josh Duhamel (Alex), Melissa George (Pru), Olivia Wilde (Bea), Desmond Askew
(Finn), Beau Garrett (Amy), Max Brown (Liam), Agles Steib (Kiko), Miguel
Lunardi (Zamora)
Üçü erkek üçü kadın toplam altı kişilik Amerikalı
turist gurubu kazaya uğrayıp soyulduktan sonra Brezilya ormanlarında kaybolur
ve insan avcılarının kurbanı olur.
Filmin ilk yarısı güzel vücutlarla göz banyosu
yaptırırken ikinci yarısı parçalanan vücutlarla kan banyosuna dönüşüyor. Ama
filmin sadede gelmesi, yani 2000’li yılların modası olan insan kasaplığı
filmlerinden birine dönüşmesi için yaklaşık bir saatin geçiyor olması büyük
dezavantaj. “Kahramanlarımız” (bu tür filmlerde “kurbanlıklarımız” demek daha
doğru sanırım) organ mafyasının eline düşüyor.
Güzel su altı görüntüleri, güzel kadınlar var. Ama
vaat ettiği gerilimi, gaddarlığı ve iğrençliği sunamıyor.
13 Şubat 2009 Cuma günü imdb.com puanı 4,8 (11598
oy). Ben 2 verdim; 676 kişi (% 5,8) aynı notu vermiş.
Diğer insan kasaplığı filmleri: “Wrong Turn” (2003), “Wrong
Turn 2: Dead End” (2007), “Hostel”
(2005), “Hostel: Part II” (2007), “Frontiere(s) / Sınır(da)” (2007), “Saw / Testere” (2004), “Saw II”
(2005), “Saw III” (2006), “Saw IV” (2007), “Saw IV”
(2008), “À l'intérieur / Inside / İçerde”
(2007), “Pathology” (2008), “The Midnight Meat Train” (2008), “Haute Tension / Yüksek Tansiyon” (2003), “The Hills Have Eyes” (2006), “The
Hills Have Eyes 2” (2007).
Twelve and Holding (2005) 8/10 Yönetmen: Michael
Cuesta, Senaryo: Anthony Cipriano
ABD,
95 dakika
Oyuncular:
Conor Donovan (Jacob / Rudy Carges), Jesse Camacho (Leonard Fisher), Zoe
Weizenbaum (Malee Chuang), Jeremy Renner (Gus Maitland), Annabella Sciorra
(Carla Chuang), Jayne Atkinson (Ashley Carges), Linus Roache (Jim Carges),
Marcia DeBonis (Grace Fisher), Tom McGowan (Patrick Fisher), Michael Fuchs
(Kenny), Martin Campetta (Jeff), Joseph ‘C.J’ Foster (Keith Gardner), Max Miner
(Tommy)
Yüzünde büyük bir doğum lekesi olan
Jacob’un evin daha bir sevilen çocuğu olan ikiz kardeşi bir kundaklama olayı
sonucu ölür. Leonard, ağçtan düşünce koku alma duyusunu yitirir, şişman bir
ailenin şişman bir üyesi iken sadece elma ile beslenen ve spor yapan birisine
dönüşür. Malee, adet görmeye başlar, psikolog annesinin yaşça kendinden çok
büyük olan bir hastasına aşık olur.
12 yaşındakiler de yoğun duygular
yaşar teması işleniyor. İlgi çekici bir senaryosu var ve gerçekten güçlü
duygular hissettiriyor bu senaryo.
Jacob’un, kardeşinin “ktilleri” olan
çocukları hapishanede sürekli ziyaret edip vicdan azabı çekmelerini sağlaması
unutulmaz.
29 Mayıs 2009’da imdb.com notu 7,6
(2.917 oya göre). Ben 8 verdim. 940 kişi (% 32,2) aynı oyu vermiş ki en yüksek
orana sahip oy da bu.
Ulak (2008) 2/10 Yönetmen ve
Senarist: Çağan Irmak
Türkiye;
102 dakika
Oyuncular:
Çetin Tekindor (Zekeriya), Hümeyra (Meryem / Rabia), Yetkin Dikinciler (Adem)ü
Şerif Sezer (Esma), Kaya Akaya (Ömer / Yunus), Melis Birhan (Emine / Ümmü)),
Atakan Yağız (Ferhat), Ediz Erdem Urus (Saffet), Tansu Akbaba (Melek), Cemal
Hünal (Ulak İbrahim), Yüksel Aksu (Mehmet)
Köy köy dolaşıp çocuklara masal
anlatan bir bilge vardır. Masal haksızlıklar karşısında suskun kalmamak,
haksızlıklara göz yummamak gerektiğini öğütlemektedir.
Öykü içindeki öykü, sanki yetmişli
yılların Türkiye’sinde katledilmiş genç insanların öyküsünün bir alegorisi.
Sade suya tirit bir alegori. Anlatılanlar bağlamlarından koparılıp 300-400 yıl
geriye atılınca masal diyemeyeceğimiz kadar modernize, modern diyemeyeceğimiz
kadar masalsı bir havaya dönüşmüş. Olmamış. Çağan Irmak ağlatan filmlerde
başarılı oluyor.
Kostüm çalışması iyi.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 1.178
oya göre 6,8 [izleme tarihi 26 Temmuz 2009].
Vals im Bashir / Waltz with Bashir / Beşir’le
Vals (2008) 5/10 Yazan, yöneten: Ari Folman
İsrail,
Almanya, Fransa, ABD; 90 dakika (87 dakika)
En iyi yabancı dilde film
kategorisinde Golden Globe / Altın Küre ödülü aldı. İsrail’de de en iyi film
ödülü almış.
İlginç, benim daha önce görmediğim
bir teknikle yapılmış bir animasyon film. Gerçek görüntülerle çizimlerin bir
karışımı söz konusu. Filmde yer verilen röportajlar belgesel tadı katarak filmi
hayal ürünü bir çizgi film olmaktan çıkarıyor; gerçek dünyaya bağlıyor. Filmin
sonunda gerçek katliam görüntüleri var.
İsrail’in 1982 yılında Lübnan’ı işgali ve Sabra,
Şatila mülteci kamplarında yaptığı katliamın kıyısından ve ya merkezinden tanık
olmuş genç İsrailli askerlerin hatırladıkları görselleştiriliyor. Geriye dönük
araştırmayı, olaylardan 20 yıl sonra, cephede yaşadıklarını tam olarak
hatırlayamayan bir yönetmen (bizzat Ari Folman; o tarihte 19 yaşında ve
askermiş), artık orta yaşında olan eski askerlerle konuşarak yapıyor.
Filmdeki anlatıma göre Sabra ve
Şatila katliamını İsrail askerleri yapmamış. İsrail’in müttefiki olan ve
öldürülen Beşir Cemayel taraftarı Hıristiyan Falanjistler Filistinlileri
öldürmüş. İsrail kuvvetleri sadece göz yummuş.
İsrail’in geçtiğimiz günlerde Gazze
şeridinde, “terörist” HAMAS’ı /
Hizbullah’ı durduruyoruz diye çoluk çocuk demeden yüzlerce Filistinli öldürdüğü
akla gelince film, hafif kalıyor. Bir yerde yine 2. Dünya Savaşı’ndaki toplama
kamplarının gündeme getirilmesi beni “Daha kaç yüz yıl bunun acısını sermaye
yapacaksınız, sizin şu günlerde Nazilerden ne farkınız var” diye düşündürttü.
(Dün gece İsrail “pamuk ipliğine bağlı” bir ateşkes ilan etti.)
Filmin piyano ile çalınan müziği
harika. Tam bir klasik olmaya aday. Bu sakin müziğin eşliğinde verilen çatışma
görüntüleri ayrı bir etkileyicilik kazanmış. Aynı şey rock müzik eşliğinde
gösterilen “yanlış hedef, yanlış atış” görüntüleri için de geçerli.
18 Ocak 2009 Pazar imdb.com puanı
8,3 / 10, 2649 oy. Ben 5 / 10 verdim. 38 kişi (% 1,4) benimle aynı fikirde.
We Own the Night / Gecenin İki Yüzü (2007) 8/10
Yönetmen, Senarist: James Gray
ABD;
113 dakika
Oyuncular:
Joaquin Phoenix (Robert 'Bobby' Green), Eva Mendes (Amada Juarez), Mark
Wahlberg (Yüzbaşı Joseph 'Joe' Grusinsky), Robert Duvall (Yardımcı Şef Albert
'Bert' Grusinsky), Alex Veadov (Vadim Nezhinski), Dominic Colon (Freddie),
Danny Hoch (Jumbo Falsetti), Oleg Taktarov (Pavel Lubyarsky), Moni Moshonov
(Marat Buzhayev)
Polis bir babanın iki oğlu var:
Birsi baba mesleğini seçmiş, polislikte ilerlemiş. Diğeri ABD’de ilk tohumları
yeni yeni yeşermeye başlayan Rus mafyasının, uyuşturucu işlerinde paravan
olarak kullandığı bir gece kulübünün işletmeni olmuş. Kardeşler önce karşı
karşıya gelir, sonra kötülüğe karşı birleşirler.
Standart bir öykü temiz bir biçimde
sinemaya aktarılmış. Benzer konulu pek çok film izlemiştim.
Karakterlerin derinleştirilmesine
uğraşılmamış. İyiler iyi kötüler kötü. Bobby Green bir ara bocalasa da o da
iyilerin yanında saf tutuyor nihayetinde.
Filmin Wojciech Kilar tarafından
bestelenmiş, sakin, iddiasız ama etkileyci bir fon müziği var. İki de çok güzel
sahnesi var filmin: 1- Vadim Nezhinski’nin aldatmacayı fark ettiği (ki olayları
iyilerin tarafında durarak anlatıp da kötülerin aptal olmadığını, sezgilerinin
çok iyi olduğunu hatırlatan ender film sahnelerinden) ve çatışma yaşanan sahne. 2- Bobby ve
sevgilisini nakleden polis araçlarına yolda yapılan saldırı.
Filmde hafif tertip bir “yabancılara
dikkat edin, pek güvenmeyin” vurgusu var. Bunu Rus mafyasının kötü taraf
olmasında bakarak söylemiyorum. Bir sahnedeki bir detaya bakarak söylüyorum:
Babasının cenazesindeyken Bobby, hemen mezarlığın yanındaki bir evin
merdivenlerinde duran iki beyaz olmayan (muhtemelen Hispanik) genci görür. Ölen
polis ve cenazediklerin hüznü gençlerin umurunda değildir; sırıtmaktadırlar.
Joaquin Phoenix ve Mark Wahlberg
aynı zamanda filmin yapımcıları. Polislik mesleğini takdir ettiklerini açıkça
belli eden bir film yapmışlar.
07 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
notu 7 (31.128 oy). Ben 8 verdim. Şimdiye kadar oy verenlerin % 22,6’sı (7044
kişi) aynı notu vermiş.
Where Eagles Dare / Kartal Yuvası (1968) <5>
Yönetmen: Brian G. Hutton, Senaryo: Alistair MacLean (aynı adlı kendi
romanından), Müzik: Ron Goodwin
Büyük
Britanya, ABD; 149 dakika
Oyuncular:
Richard Burton (Maj. Jonathan Smith, MC), Clint Eastwood (Lt. Morris Schaffer),
Mary Ure (Mary Elison), Patrick Wymark (Col. Wyatt Turner, DSO MC), Michael
Hordern (Adm. Rolland), Donald Houston (Capt. James Christiansen), Peter
Barkworth (Edward Berkeley), William Squire (Capt. Philip Thomas), Robert Beatty
(Gen. George Carnaby), Brook Williams (Sgt. Harrod), Neil McCarthy (Sgt. Jock
MacPherson)
İkinci Dünya Savaşı sırasında
Almanlarla müttefik devletler arasında geçen bir casusluk / karşı casusluk
macerası. Oldukça ağırkanlı bir film (örneğin iple bir sırt çantasının yukarıya
çekilişi bile uzun uzun gösteriliyor). Sabrı olanlar için birkaç güzel sahnesi
var.
Richard Burton, mavi gözleriyle
soğukkanlı katil tiplemesine cuk oturmuş. Clint Eastwood ise “İyi, Kötü ve
Çirkin” filmindeki sarışın kovboy duruşundan henüz sıyrılamamış, rolüyle arası
pek iyi değil.
Filmin başında çalan ve filmin bazı
yerlerinde tekrar eden fon müziği oldukça motive edici ve akılda kalıcı bir
melodiye sahip.
18 Eylük 2009 tarihinde 13.792 oya
göre imdb.com notu 7,7.
Yes Man / Bay Evet (2008) 10/10 Yönetmen:
Peyton Reed Senaryo: Nicholas Stoller, Jarrad Paul, Andrew Mogel (Danny
Wallace’ın kitabından)
ABD,
Avusturalya; 104 dakika (Sinemada izledim)
Oyuncular:
Jim Carrey (Carl Allen), Zooey Deschanel (Allison), Bradley Cooper (Peter), John
Michael Higgins (Nick), Rhys Darby (Norman), Terence Stamp (Terrence Bundley),
Brent Briscoe (evsiz adam), Fionnula Flanagan (Tillie), Molly Sims (Stephanie)
Carl Allen karısından ayrıldığından
beri kendisini evine kapatmış, tek “sosyal etkinliği” akşam izlemek için DVD
kiralamak olan bir banka memurudur. Bir gün eski bir arkadaşının broşürünü
verdiği bir kişisel gelişim seminerine katılır. Oradaki guru Terrence Bundley’e
tüm katılımcıların önünde bundan sonra herkese ve her şeye evet diyeceği konusunda
söz verir. Bu yeni durum bir dizi komik ve güzel olaya yol açar. Örneğin
hayatının kadını Allison ile tanışır, işinde terfi eder.
Film, “kendi kendini kapladığın
kabuğunu kır, hayata seyirci kalma hayatın bir parçası ol” mesajını eğlenceli
bir biçimde veriyor. Senaryo her şeyi tam kıvamında tutmuş: Felsefe, romantizm
ve eğlence bir arada uyum içinde. Belden epeyce aşağı bir tek espri var o da
çok yerli yerinde kullanılmış, göze batmıyor (Oral seks yaparken takma
dişlerini çıkarıp bardağa koyan komşu teyze).
Film Türkiye’de dün (16 Ocak 2009
Cuma) gösterime girdi. Imdb.com notu 7,3 (11.139 oy). Ben 10 / 10 verdim. 1994
kişi daha (% 17,9) benimle aynı notu vermiş. Filmi Cinebonus Balçova sineması 3
numaralı salonda izledik.
Youth Without Youth / Geç Gelen Gençlik (2007) 1 / 10
Yönetmen ve Senarist: Francis Ford Coppola (Mircea Eliade’ın romanından)
ABD,
Almanya, İtalya, Fransa, Romanya; 120 dakika
Oyuncular:
Tim Roth (Dominic), Alexandra Maria Lara (Veronica / Laura), Bruno Ganz
(Profesör Stanciulescu), André Hennicke (Josef Rudolf), Marcel Iures (Prof.
Giuseppe Tucci)
Yetmiş yaşındaki intihar etmek
isteyen bir adamın hayatı 1938 yılı baharında Bükreş’te tepesine düşen
yıldırımla tamamen ve çok tuhaf bir biçimde değişir. Adam gençleşip yarı yaşına
düşer ve bir daha yaşlanmaz olur. 1955 yılında, neredeyse altmış yıl önce
kaybettiği eski aşkını yeniden bulur. Adamın bir de kötücül ikinci kişiliği
çıkmıştır ortaya.
Hint felsefesi, ruh göçü, çeşitli
diller üzerine konuşmalar, karman çorman bir aşk hikayesi. Anlaşılması güç bir
film. Bu sanırım biraz senaryolaştırılan kitabın post modernliğinden
(dağarcığında ne varsa boca etmiş kitabına yazar) biraz da aktaranların
başarısızlığından. Çok hoşunuza gittiğinden değil sonunda bunların hepsini
nereye bağlayacaklar acaba merakıyla izliyorsunuz. Sonra kötü bir finalle
karşılaşıp filmi yapanlar hakkında saygısızca birkaç laf söylemek zorunda
kalıyorsunuz.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 5.057
oya göre 6,3 [izleme tarihi 29 Temmuz 2009].
Zack and Miri Make a Porno (2008) 1/10 Yönetim ve Senaryo:
Kevin Smith
ABD,
101 dakika
Oyuncular:
Elizabeth Banks (Miriam Linky), Seth Rogen
(Zack Brown), Craig Robinson (Delaney), Jason Mewes (Lester), Gerry Bednob (Mr.
Surya), Jennifer Schwalbach (Betsy), Brandon Routh (Bobby Long), Traci Lords (Bubbles), Justin
Long (Brandon St. Randy)
Zack ve Miri ilkokul birinci sınıftan beri birbirini
tanıyan eskinin sınıf, şimdinin ev arkadaşıdırlar. Aynı evde yaşamaktadırlar ve
giderleri paylaşmaktadırlar. Bir gün faturaları ödeyemediklerinden su ve
elektrikleri kesilir. Zack ekonomik durumlarını düzeltmek için bir porno film
çekmeyi önerir.
Ağzı ve fikri bozuk 2000’li yıllar
Amerikan komedilerine bir örnek daha. Birkaç sırıtış dışında bu filmin verdiği
bir şey yok. Filmden belki zevk alacak kitle 13-21 yaş arası çoğunluğu erkek
gençler ama bu filmin 21 yaşın altındakilere izlettirilmesi onlarda ruhsal
gelişim bozukluğu yaratabilir.
Delaney’nin söylediği şu sözler ne kadar
duygulandırıcı (!): “Sonra iki kişi bir araya geldi ve bize var olduğunu bilmediğimiz
bir şeyi gösterdi. Bizim gibi sade ve yaşlı insanların bile imkânlar dünyasında
özel bir şey yapabileceğini. Bu insanların si..şmesini filme çekmek bile olsa.
Bazen göremediklerimizi gösterecek birisine ihtiyacımız var. Bu da hayatımızı
sonsuza kadar değiştirir.” Ve Zack’ın barıştıktan sonra Miri’ye söylediği şey:
“Haydi s..kişelim.” (İnsan gözlerine ve kulaklarına inanamıyor “Bunlar ne diyor
/ ne yapıyor?” diye)
Bir gün gelecek belki de bu film bir
“romantik film” sayılacak –umarım benim ömrüm boyunca değil. Ama ben bu pisliği
yutmam.
08 Şubat 2009 Pazar günü itibariyle
imdb.com puanı 7,4 (25.573 oyla). Ben 1 verdim. 775 kişi (% 3) aynı puanı
vermiş.
Zeitgeist (2007) <10> Yönetmen,
Yazar: Peter Joseph
ABD;
122 dakika
İnternet üzerinden genel gösterime
sokulmuş bir belgesel.
1- Hıristiyan dininin eski pagan
efsanelerden türetilmiş bir başka efsane olduğunu, 2- Dünya Ticaret Merkezi’ne
ve Pentagon’a yapılan 11 Eylül 2001 tarihli saldırıların ABD hükümeti
tarafından düzenlenmiş bir komplo olduğunu, 3- 1907, 1921 ve 1929 krizlerinin
bir grup uluslar arası banker (örneğin Rockefeller) tarafından bilinçli biçimde
yaratıldığını, 4- ABD’nin en az dört savaşa bankerlerin çıkarları öyle
gerektirdiği için ve düzmece sebeplerle girdiğini (1915, I. Dünya Savaşı; 1941,
II. Dünya Savaşı; 1964, Vietnam, 2002; Irak – Afganistan), 5- Adolf Hitler’i
zamanında ABD’li para babalarının desteklediğini, 6- Para babalarının tüm
insanlığın zihnini medya yoluyla kontrol ettiğini ve nihai amaçlarının
insanları bedenlerine yerleştirecekleri çiplerle robot haline getirmek olduğunu
vb. anlatıyor. Baş kötü olarak Rockefeller ailesinin adı sık sık geçiyor.
1991 yapımı “JFK” filminde savcı Jim Garrison, Kennedy suikastını ABD hükümeti
ve ordusunun yaptığını bağıra bağıra söylüyordu mahkeme salonunda. O filmin
şiddeti Richter ölçeğine göre 7 idi ve sadece ABD’yi sallıyordu. Bu filmin
şiddeti 9 ve kendisi tüm Kuzey Amerika ktasını, tsunamisi tüm dünyayı
etkiliyor.
Filmde 1976 yapımı benim çok
sevdiğim “Network” filminden iki uzun alıntı
yapılmış. Ki o film de, zamanının şartlarında oldukça cesur bir biçimde para
babalarının insan zihnini medya yoluyla biçimlendirdiğini anlatıyor.
İnsan tarihe bir de bu gözle
baktığında pek çok filmin anlamı değişiyor. Örneğin 11 Eylül 2001 terör olaylarında
düşürülen 93 sefer sayılı uçaktaki olayları / kahramanlıkları anlatan “United 93” (2006) filmi bir kötü kokulu gaz bulutuna
dönüşüyor. II. Dünya Savaşı’ndaki ve Vietnam Savaşı’ndaki kahramanlıkları
anlatan filmler de etkilerinin çoğunu yitiriyor, oradaki kahramanlara acımaya
başlıyorsunuz. Birkaç örnek: “The Longest Day”
(1962), “Platoon” (1986), “Saving Private Ryan” (1998), “Pearl
Harbor” (2001), “Windtalkers” (2002) …
Dikkatimi çeken önemli bir şey de,
bu tip “dünyanın gerçek yöneticileri” konulu yapıtlarda olmazsa olmaz kabul
edilen “Yahudi komplosu” önermesinin hiç olmayışı. Öyle olsaydı Yahudiler bu
film ‘anti-semit’tir (Yahudi düşmanıdır) der; yapımcıları Nazilere benzetir,
iddialara cevap bile vermeden işin içinden çıkardı. Filmi yapanlar bir gerçeğin
çok iyi farkında; “Paranın dini imanı yoktur.” [Aynı şekilde Masonlardan,
Rotaryenlerden ve Tapınak Şövalyeleri’nden de söz edilmiyor.]
Sarsıcı, düşündürücü, unutulmaz…
08 Mart 2009 tarihinde imdb.com puanı 11.117 oyla
8,7. Ben 10 puan veriyorum. 6506 kişi (% 58,2) benimle aynı notu vermiş.
Zeitgeist:
Addendum (2008)
<10>Yönetmen, Yazar: Peter Joseph
ABD;
123 dakika
İnternet üzerinden genel gösterime
sokulmuş ikinci Zeitgeist belgeseli: Bu bölümde ABD ekonomik sistemindeki akıl
dışılığa ağırlık verilmiş.
Filmde anlatılanlardan bir bölüm:
“Bütün eski
imparatorluklar askeri kuvvete dayalıydı ve herkes bir imparatorluk
kurulduğunun farkındaydı. Britanyalılar bunun farkındaydı, Fransızlar,
Almanlar, Romalılar, Yunanlılar... Ve bununla gurur duyuyorlardı. Her zaman
uygarlığı yaymak gibi, dini yaymak gibi bir mazeretleri vardı. Ama
yaptıklarının bilincindeydiler. Biz farkında değiliz. A.B.D.'deki insanların
çoğu üstü kapalı bir imparatorluğun getirileri sayesinde bir yaşam
sürdürdüğümüzün farkında değiliz. Bugün dünyada geçmişte hiç olmadığı kadar
yaygın kölelik söz konusu. Bu durumda kendinize şu soruyu sormalısınız: Bu bir
imparatorluksa, imparator kim? Belli ki A.B.D. başkanlarımız imparator
değiller. Bir imparator seçilmemiştir ve sınırlı bir süre için hizmet etmez ve
kimseye hesap vermek zorunda değillerdir. Bu nedenle başkanlarımızı böyle
sınıflandıramazsınız. Fakat elimizde benim imparatora eşdeğer olduğunu
düşündüğüm ve Corporatocracy
(Şirketokrasi) olarak adlandırdığım şey var. "Corporatocracy en büyük
şirketlerimizi yöneten kişilerden oluşan bir gruptur ve bu imparatorluğun
imparatoru gibi davranırlar. Medyamızı, doğrudan sahip olma veya reklamlar yolu
ile kontrol ederler. Politikacılarımızın çoğunu kontrol ederler. Çünkü onların
seçim kampanyalarını şirketleri üzerinden şirketlerinden gelen paralarla
kişisel bağış yolu ile finanse ederler. Seçilmemişlerdir, sınırlı bir süre için
hizmet etmezler kimseye hesap vermezler ve Corprotocracy'nin en tepesindeki
kişilerin özel bir şirket için çalışan biri mi yoksa hükümette mi görev
aldığını ayırt edemezsiniz, çünkü dönüşümlü olarak öne çıkar ve geri
çekilirler.
“Bir bakarsınız
Haliburton gibi büyük bir inşaat şirketinin başkanı olan biri (Dick Cheney) bir
anda A.B.D. başkan yardımcısı veya Ve ya eskinden petrol işinde olan biri
başkan oluvermiş (George W. Bush). İktidarda demokratların mı cumhuriyetçilerin
mi olduğunun önemi yoktur. Bu dönüşüm döner kapı gibidir. …. Corporatocracy'nin
bu, borç, rüşvet ve idari darbeler aracılığı ile yürüttüğü manipülasyona Globalizasyon denir. Tıpkı Federal
Rezerv'in Amerikan halkını sürekli borç, enflasyon ve faiz ile boyunduruk
altına aldığı gibi, Dünya Bankası ve IMF bu rolü küresel boyutta üstlenir.”
“Dümen
basittir: Bir ülkeyi ister kendi takdiri ile ister liderini yozlaştırarak borç
altına alırsın. Sonra "önkoşullar" veya "yapısal reform
politikaları" dayatırsın. Bunlar genelde şunları içerir: Para biriminin
devalüe edilmesi. Paranın değeri düşünce, o para birimi ile fiyatlandırılan her
şeyin fiyatı düşer. Bu da ülkenin doğal kaynaklarını "yırtıcı"
ülkelere gerçek değerinin çok altında yem haline getirir.”
“Sosyal
programlara ayrılan fonların büyük ölçekte kısılması. Bu genellikle eğitim ve
sağlık harcamalarını kapsar. Toplumun sağlığı ve yapısını bozarak onu sömürülmeye
karşı savunmasız bırakırsın.
“Devlete ait
yatırımların özelleştirilmesi. Bunun anlamı sosyal açıdan önemli sistemler
yabancı şirketler tarafından satın alınıp kar için yönetilebilmesidir. Örneğin
1999'da Dünya Bankası Bolivya hükümetini üçüncü en büyük şehrinin su
altyapısını Bechtel adlı Amerikan şirketinin bir alt kuruluşuna satmaya
zorladı. Satışın hemen ardından zaten yoksulluk çeken halkın su faturaları aldı
başını gitti. Bechtel'le yapılan kontrat anca halk isyan çıkarınca feshedildi.”
“Bir de ticaretin
serbestleştirilmesi konusu var. Yani dış ticaretin nündeki engellerin
kaldırılması yolu ile ekonomiyi açık hale getirmek. Bunun, uluslararası
şirketlerin büyük miktarlarda kendi ürünlerini ülkeye getirmesi ve yerel
imalatı çökertmesi ve yerel ekonomiye zarar vermesi gibi pek çok olumsuz etkisi
vardır. Buna bir örnek Jamaika'dır. Dünya Bankası’ndan koşullara bağlı olarak
aldığı borç sonrasında en büyük peşin tarım ürünü pazarını batıdan gelen ithal
mallara karşı kaptırmıştır. Bugün büyük şirketlerle rekabet edemediği için
birçok çiftçi işsizdir.”
“Bir
diğer varyasyon ise ekonomik şartların zorluğundan faydalanarak ortaya çıkan
sayısız, göz ardı edilen, denetimsiz, insanlıktan uzak "alın teri
fabrikaları"dır. Bunlara ilave olarak, üretimdeki denetimsizlik nedeni ile
bir yandan ülkenin kaynakları umursamaz şirketler tarafından sömürülürken,
diğer ülkede bilinçli bir şekilde çevresel kirlilik yaratılır. Dünya
tarihindeki en büyük çevre konulu dava, 30.000 Ekvador ve Amazon'lu adına
Chevron'a ait olan Texaco şirketine, dolayısı ile Texaco'nun faliyetleri
nedeniyle Chevron'a karşı açılmıştır. Exxon Valdez'den Alaska'ya dökülenden 18
kat fazla petrol atığı çevreye saçılmıştır. Aradaki fark, Ekvador'da olan bir
kaza değildir. Petrol şirketleri bunu bile bile yapmış, atıkları doğru dürüst
imha etmek yerinde doğaya bırakarak tasarruf etmişlerdir.”
Bütün bu gerçekler açıkça gözler
önüne serildiğine göre -ki bir cılız sendika yürüyüşünde bile bunlardan bir
ikisi dile getirilir- sistem yaşamaya nasıl devam edebilmektedir. İşte
insanlığın ikilemi.
İlkine göre durağan görüntüler daha
fazla kullanışmış. Bu da filmi uzun bir vaaza daha fazla benzetmiş, onun masa
başında ve çok düşük bütçeyle hazırlanmış olduğu gerçeğini belirginleştirmiş. “Network” (1976) filminden yine uzun bir alıntı
yapılmış.
“Venüs Projesi”nin yöneticisi
endüstriyel tasarımcı ve toplum mühendisi Jacque Fresco, belli ki ahir zaman
peygamberliğine soyunmuş; kurtuluş yolunu gösterme iddiasında: Devletsiz,
reklamcıların, finans uzmanlarının hatta avukatların olmadığı (çünkü gerek
duyulmadığı) bir toplum.
Çağdaş bir ütopya yaratma çağrısı.
08 Mart 2009 Pazar, Dünya Kadınlar
Günü’nde imdb.com notu 1559 oyla 8,9. Ben 10 verdim, tıpkı diğer 966 kişi gibi
(% 62).
Zombi 2 / Gli Ultimi Zombi / Zombie Flesh
Eaters / Island of the Living Dead / Zombie / Woodoo / L'Enfer des Zombies /
Zombi Cehennemi / Yaşayan Ölüler Adası / Yüzde 99 Ölüm (1979) 3/10
Yönetmen: Lucio Fulci, Senaryo: Elisa Briganti, Dardano Sacchetti
İtalya,
91 dakika
Oyuncular:
Tisa Farrow (Anne Bowles), Ian McCulloch (Peter West), Richard Johnson Dr. David Menard), Al Cliver (Brian
Hull), Auretta Gay (Susan Barrett), Stefania D'Amario (Menard'ın hemşiresi), Olga Karlatos (Paola Menard)
1968 yılında George A. Romero “Night of the Living Dead / Yaşayan Ölülerin Gecesi”
adlı siyah beyaz düşük bütçeli bir korku filmi çekti. Film “yaşayan ölü /
yürüyen ölü / zombi” filmi türünde yeni bir çığır açtı: Artık bu tür filmlerde
bol bol kan akıyordu, yamyamlık görüntüleri gösteriliyordu. Ayrıca, genelde tüm
bir kasaba, şehir ya da dünya halkı zombiye dönüşmeye başladığından bu
filmlerde bir felaket filmi, hatta kıyamet havası da vardı.
Bu filmlerde önemli karakterler hatta başkahraman
bile ölebiliyordu. Bu tür filmlere özellikle Avrupa’da, “zombi filmi” dendi.
Türün diğer ismi –ki bu isim yürüyen ölülerin olmadığı bol kanlı,
kesmeli-biçmeli filmleri de kapsar- “gore”dur. Kelime anlamı “pıhtılaşmış
kan”dır.
Romero’nun o filmi Avrupa’da çok
tuttu ve yürüyen ölüler ucuz korku filmi piyasasını doldurdu. İlk filmden sonra
uzun bir ara veren Romero 1978 yılında “Dawn of the
Dead / Ölülerin Şafağı” adlı filmini çekti. Burada görülen zombiler, ilk
filmdekilerden biraz daha çürümüş görünümlü olmalarına rağmen daha çok
morarmış, grileşmiş tiplerdi. “Dawn” filmi İtalya’da “Zombi” adıyla gösterildi.
İtalya’nın uyanık yapımcıları o filmin ticari başarısından yararlanmak için,
içinde yürüyen ölüler bulunması dışında, o filmle bir benzerliği olmayan bu
filme “Zombi 2” adını vermiş.
Filmin başında ve sonunda zombilerin
New York’a ulaştığını görsek de filmin yüzde doksanı, ölülerin “voo doo”
ayinleriyle diriltildiği [hiç ayin gösterilmiyor] Antiller’deki bir adada
geçiyor.
Filmden geriye aklımda üç etkileyici
görüntü kaldı: Yattıkları yerden doğrulmaya çalışırken başlarından vurularak
öldürülen kefenlenmiş ölüler, aradaki kapıyı ittirmeye çalışarak yeme / yenmeme
mücadelesi veren zombi ve kurbanı sahnesi (tabi ki göze giren kıymık),
topraktan çıkıp saldıran ve sağ gözünden solucanlar fışkıran zombi (filmin
afişinde de görülür). Ünlü köpek balığına saldıran zombi sahnesi iyi
kotarılamadığından etkileyici değil.
Filmin 19 Nisan 2009’da imdb notu 6457 oyla 6,6. Ben 3
veriyorum. 172 kişi (% 2,7) aynı notu vermiş. [İtalyan yapımcıların kiminin ana
dili İngilizce olan oyuncularla çektiği bu filmin tamamıyla İngilizce dublajlı
“Zombie” başlıklı ABD versiyonunu izledim]Film Yazıları (A - L) için tıklayınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder