2008 - 2009 yıllarında bazı filmler hakkında kısa "eleştiri" yazıları yazmıştım. Yazıları iki bölüm halinde yayınlıyorum.
Filmlerin adlarının yanında bulunan puanlar filmlere 10 üzerinden takdir ettiğim notlardır.
Yazıları yazıldıkları zamanki hallerinde bırakmayı tercih ettim.
8 MM (1999) <6> Yön: Joel
Schumacher, Senaryo: Andrew Kevin Walker
ABD, Almanya; 123 dakika
Oyuncular: Nicolas Cage (Tom Welles), Joaquin
Phoenix (Max California), James Gandolfini (Eddie Poole), Peter Stormare (Dino
Velvet), Anthony Heald (Daniel Longdale), Chris Bauer (George Higgins /
Machine), Katherine Keener (Amy Welles), Myra Carter (Mrs. Christian), Amy
Morton (Janet Mathews), Jenny Powell (Mary Ann Mathews; öldürülen kız)
Ünlü bir zengin öldükten sonra
açılan gizli kasasından bir makara 8 milimetrelik film çıkar. Filmde bağlanmış
bir kız deri maskeli bir adam tarafından doğranmaktadır. Zenginin dul eşi Bayan
Christian, özel dedektif Tom Welles’i, filmdeki cinayetin gerçek olup
olmadığını araştırmak üzere tutar. Adamımız araştırması sırasında karanlık
porno film ve “snuff” film (işkenceyle öldürülen insanların gösterildiği,
gerçek olduğu iddia edilen filmler) dünyasının derinliklerine iner. Perde
arkasını görür.
Film 1999’da, dünya çapındaki
internet patlamasından iki – üç yıl önce çekilmiş. Sanırım artık o tür filmlere
ulaşmak için karanlık arka sokaklara, depolara gidip karanlık tiplerle muhatap
olmak gerekmiyor. Evinizdeki bilgisayardan biraz merak ve çabayla her türlü
görüntüye ulaşabiliyorsunuz artık. İnternette yayılan, Irak’taki direnişçilerin
esirlerinin kafasını kestiği, Rus askerlerin Çeçen milisleri öldürdüğü,
Taliban’ın şeriat gereği öldürdüğü insanların görüntüleri öldürme filmlerini
bir başka boyuta taşıdı. Artık bir şehir efsanesi değil tarihsel bir gerçek
var.
8 MM’de senarist çekingen davranmış.
Porno dünyasının içerdiği şiddeti sadece en uç örnekleriyle sınırlıymış gibi
göstermiş. Medeniyet cilasının altında sırıtıveren vahşi insan doğasına biraz
değinilmiş, ama yüzeysel. Filmin fon müziğinin oryantal havası bana şunu
düşündürdü: Porno dünyasının ayak takımı (anlı şanlı markaları değil), ABD’nin
içinde ama aslında ayrı bir dünyada yaşarlar. Ayrı bir insan türüne
mensupturlar. İşte bunu da fonda çaldığımız müzikle, gelişmemiş medeniyetlerin
ezgileriyle vurguluyoruz. Bana böyle düşündürttü, art niyet hissettim.
Ayrıca filmin son üçte birlik
bölümde bir intikam öyküsüne dönüşmesi de ilk yarıdaki etkiyi azalttı. Tom
Welles’in neden iyi bir insan olduğunu ve iyi kalmayı başardığını anlamamıza
yardımcı olacağı düşünülerek filme yapıştırılan eş karakteri tam anlamıyla
karikatür düzeyinde işlendiğinden, işlevini yerine getirmek şöyle dursun,
filmin akıcılığını ve inanılırlığını zedelemiş.
Kısaca önemli bir konuya değinmiş,
ilk yarısı merak uyandıran bir film. Imdb.com notu 6,2 (40.635 oy). Ben daha
önceki bir tarihte izlediğimde aklımda kalanlarla bir zamanlar 8 puan vermişim.
Şimdi puanı 6 olarak değiştirdim (24 Ocak 2009). Benimle aynı puanı (6)
verenlerin sayısı 8015 (% 19,7). 8 verenlerin sayısı 6896 (% 17) – ki bu sayıya
şimdilik benim eskiden verdiğim oy da dâhil.
11:14 (2003) <8> Yönetim ve
Senaryo: Greg Marcks
ABD;
82 dakika
Oyuncular:
Henry Thomas (Jack), Blake Heron (Aaron), Barbara Hershey (Norma), Clark Gregg
(Officer Hannagan), Hilary Swank (Buzzy), Shawn Hatosy (Duffy), Stark Sands
(Tim), Colin Hanks (Mark), Ben Foster (Eddie), Patrick Swayze (Frank), Rachael
Leigh Cook (Cheri)
Bir kaza bir sürü yanlış anlamayı ve
bir ölümü tetikler. Bir olayın etkisinin, suya atılan taşın yarattığı halkalar
gibi yayılışı anlatılıyor. Birkaç kişinin “kaderi” tam gece 11:14’te
düğümleniyor.
Aslında tüm filmler bunu anlatmaz
mı: Kısa bir süre içinde bir hayattan kesitler ya da tüm bir hayat. Anlattığı
şey bakımından filmler üstü bir film denilebilir. “Kader/yazgı” denen şey
üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlıyor. Sadece, o kadar olabilir, hayatta
zaten hep olan bir şeyi anlatıyor ki, bizim destansı bir şey görmek isteyen
gözlerimize (en azından benimkilere), film birazcık yavan geliyor.
11.02.2009’da filmin imdb.com puanı
7,3 (13778 oy). Ben 8 verdim. Oy verenlerin %30,3’ü (4179 kişi) aynı notu
vermiş.
2012 Doomsday (2008) <1> Yönetmen: Nick
Everhart, Senaryo: Nick Everhart (Naomi L. Selfman’ın öyküsünden)
ABD;
92 dakika
Oyuncular:
Cliff De Young (Lloyd), Dale Midkiff (Dr. Frank Richards), Ami Dolenz (Susan),
Danae Nason (Sarah), Joshua Lee (Alex), Sara Tomko (Wakanna), Caroline Amiguet
(Dr. Trish Lane), Shirley Raun (Mrs.
Reed), Louis Graham (Dr. Ian Hunter)
Maya’ların 21 Aralık 2012 yılında
kıyametin kopacağı kehaneti ile Hıristiyan “Mesih / Günlerin Sonu” öğretisini
harmanlamaya çalışmışlar ve ortaya bu at pisliği çıkmış (film?). Üstelik at
pisliği çimenler için faydalı iken bu şey (film?) beynimiz için zararlı.
İzlediğim en kötü filmler arasında
birinciliği kesinlikle hak etti. Imdb.com’a film hakkında eleştiri yazanlardan
bazı alıntılar yapıyorum:
“Yaşamımın 90 dakikasını geri
istiyorum.”, “Gördüğüm en kötü film”, “Nasıl oldu da IMDB’nin en kötü 100 film
listesine giremedi?”, “Kıyamet günü geliyor mu? Kıyamet günü geldi, işte bu
film kıyamet.” “Filmin ilk 10 dakikasını izledim ama size bunu kesinlikle
denememenizi öneriyorum. Kendinizden ve yaşamınızdan nefret ediyor olsanız bile
buna değmez.”, “Bu film gezegendeki en şeytani çöp parçası.”, “Bunun gibi
filmler yapmak kanunlar tarafından cezalandırılmalı.”, “Şeyden daha güzel…
Hiçbir şeyden.”, “Bir dakika durun, bu bir film miydi?”, “Tarihteki en kötü
film.”, “İnançlı bir Hıristiyan iseniz ve kıyametle ilgili kehanetlere
inanıyorsanız bile bu filmi izlemeyin; inancınız sarsılabilir.”, “Tanrının bu
filme bir ilgisinin olmadığını ümit ediyorum, çünkü eğer ilgisi varsa dünyamız
gerçekten de yok oluşun eşiğine gelmiştir.”, “Nasıl film yapılmaz öğrenmeleri
için sinema öğrencilerine eğitim filmi olarak gösterilmeli.”, “Şoke edecek
kadar berbat.”, “Lütfen kendinize bir iyilik yapın ve bu filmi izlemeyin.”,
“Umarım bu filmin yapımcıları mutludur, hayatımdan bir buçuk saati heba etmeme
neden oldular ve beni tarihin en büyük sorusuyla baş başa bıraktılar: Bundan
daha kötü bir film olabilir mi?”.
Ben tabi ki sıfır vermek mümkün
olmadığı için 1 puan verdim. 13 Şubat 2009 Cuma günü imdb.com puanı 1,9 (2064
oy). Oy verenlerin %72,2’si (1490 kişi) 1 vermiş. 10 veren 139 adet salak da
mevcut (%6,7).
A Man For All Seasons / Her Devrin Adamı / Dürüst Bir
Adam (1966) <8> Yönetmen: Fred Zinnemann, Senaryo: Robert Bolt (kendi
oyunundan)
Birleşik
Krallık; 116 dakika
Oyuncular:
Paul Scofield (Thomas More), Wendy Hiller (Alice), Leo McKern (Cromwell),
Robert Shaw (Henry VIII), Orson Welles (Cardinal Wolsey), Susannah York
(Margaret), Nigel Davenport (Norfolk Dükü), John Hurt (Rich)
Ünlü “Utopia / Ütopya”nın yazarı Sir
Thomas More’un (07 Şubat 1477 – 06 Temmuz 1535) 8. Henry’nin yeni evliliğini
onaylamaması üzerine yaşanan olaylar ve Moore’un ilkeleri uğruna idama gidişi.
Thomas More kelime oyunları yoluyla
adalete sığınan bir adam gibi geldi bana. Papanın İsa’nın yeryüzündeki vekili
olduğuna olan kesin inancı basiretini bağlamış görünüyor. Yine de kralın ona
yaptığı zulümdür. Adam fikirlerini yaymaya çalışmamış, işlediği suç traji-komik
ama sadece şu: Çok dürüst bir adam olarak, kralın evliliğini herkesin
onaylamasına rağmen onun onaylamamasının, kralı vicdanen huzursuz etmesi.
Filmin esas etkisi de böyle bir adamın uğradığı haksızlığı anlatmasından. Bazen
sessizlik bile çok şey ifade ederi ana konusu yapmış bir yapıt.
More’un dediği gibi “Hukuk herkese
eşit uygulanmalı, şeytana bile.” Ağırkanlı, gerilimi diyaloglarda sarf edilen
cümlelerin ima ettikleriyle sağlayan bir film.
19
Eylül 2009’da imdb.com notu 11.436 oya göre 8,1 [izleme tarihi 30 Temmuz 2009].
Absurdistan (2008) <6> Yönetmen: Veit
Helmer, Senaryo: Zaza Buadze, Veit Helmer, Gordan Mihic
Almanya,
84 dakika
Oyuncular:
Kristyna Malérová (Aya), Maximilian Mauff (Temelko), Nino Chkheidze (Büyükanne)
Çekimleri Gürcistan ve Azerbaycan’da
yapılmış. Oyuncuları arasında Kafkas halklarından kişilerin olduğu bir film.
Almanya yapımı ama dili Rusça.
Aynı gün aynı yerde doğan, dört
yaşında “nişanlanan”, sekiz yaşında “evlenen” Aya ve Temelko’nun aşklarını
anlatıyor. Yardımcı hikâye de köylerinin çektiği susuzluğun giderilmemesinin
doğurduğu kadın erkek sürtüşmeleri.
“Sevgi emek ister”, “sevdiğinizi kazanmak için
gayret göstermelisiniz, duyarlı olmalısınız” temalı filmlerden. Çevre kirliliği
ve küresel ısınma gibi tüm dünyanın geleceğini yakından ilgilendiren bir
konuya; temiz su kaynaklarının kıtlığı konusu da işliyor. Suyumuz olmazsa
hiçbir şeyimizin olmayacağını vurguluyor.
Vermeye çalıştığı mesaj için ve güzel birkaç sahne
için beğendiğim bir film.
Filmin bir yerinde kadınlar Türkçe bir şarkı ile
dans ediyor: “Yabancı olduk şimdi / Yazık birbirimize / İstersen gel dönelim /
Eski günlerimize” J
Emir Kusturica’nın yönettiği “Dom Za Vesanje / Çingeneler Zamanı” (1988) ve “Underground / Yeraltı” (1995) filmlerindekine benzer şen
şakrak, tuhaf köylüler bu filmde de var.
Senaryosunda önemli boşluklar
olmasaydı, olay örgüsü daha iyi tasarlansaydı çok iyi bir film olabilirdi:
Örneğin köyün çocukları birden neden ortadan kayboldu. Ya da Temelko neden su
ulaştırma işine geç başlıyor, kızı çok sevmiyor mu? (ki çok sevdiği
anlatılıyor).
27 Mart 2009 tarihinde imdb.com puanı 201 oy ile 7.
Ben 6 verdim. 28 kişi (% 13,9) benimle aynı fikirde. Bu filmin altyazılarını
İngilizce’den çevirip internetten yayınladım. Benden 55 dakika önce biri yayınlamasaydı
Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş olacaktım. J
Ace in the Hole / The Big Carnival / Büyük
Karnaval (1951) <8> Yönetmen: Billy Wilder, Senaryo: Billy Wilder, Lesser
Samuels, Walter Newman
ABD;
111 dakika
Oyuncular:
Kirk Douglas (Chuck Tatum), Jan Sterling (Lorraine Minosa), Bob Arthur (Herbie
Cook), Porter Hall (Jacob Q. Boot), Frank Cady (Mr. Federber), Richard Benedict
(Leo Minosa), Ray Teal (Şerif Gus Kretzer), Lewis Martin (McCardle), John
Berkes (Baba Minosa), Frances Dominguez (Anne Minosa), Gene Evans (Şerif
yardımcısı)
Büyük
şehirlerde yayınlanan yüksek tirajlı birkaç gazeteden kovulan hırslı muhabir
Charlie “Chuck” Tatum, küllerinden yeniden doğmasını sağlayacak bir sansasyonel
bir haber yapıp tekrar büyük gazetelerin aranılan adamı olurum umuduyla bir
taşra gazetesinde işe girer. Bir yıl geçmiştir ama ilgi çekici hiçbir olay
olmamıştır. Derken bir gün bir çıngıraklı yılan avını haber yapması istenir.
Yolda genç gazeteci arkadaşı Herbie’yle giderlerken hiç beklemedikleri bir anda
haber karşılarına çıkar. Kızılderililere ait 450 yıllık harabelerde hazine
arayan Leo Minosa adındaki bir adam Yedi Akbaba Dağı’ndaki mağarada göçük
nedeniyle mahsur kalmıştır.
Medyanın
haberleri süsleyip püslemesi, hırsın insanın gözünü kör edişi ve haksızlık
yapmasına neden oluşu, insanların doymak bilmez merakları ve aptallıkları,
yârin vefasızlığı vb. hedef tahtasına konulmuş. İyi yazılmış nükteli
diyaloglarıyla ön plana çıkıyor.
Chuck
Tatum’un hiçbir kutsal değer tanımazken Leo’nun ölümü yaklaştıkça nedamet
getirmesi ve birden iyi adam olması inandırıcı olarak anlatılmamış ve bu
anlatamayış filmi zayıflatmış. Senaryoda bununla ilgili iki üç sayfa atlanmış
adeta.
Öğüt
verici bir film. Leo’nun diğer herkesin aslolan şeyi unuttuğu sırada sürekli
oğlunun kurtulması için dua eden annesi, vicdanın sesi gibi duruyor. Akın akın
gelen insanların Leo’nun mahsur kaldığı dağın etrafını bir karnaval yerine,
herkesin mutlu olduğu bir açık hava tımarhanesine çevirmesi çok çarpıcı.
Yaparlar mı? Hepimiz biliyoruz ki, yaparlar!
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 6.536 oya göre 8.2
[izleme tarihi 23 Temmuz 2009].
Akira (1988) <9> Yönetmen:
Katsuhiro Ôtomo, Senaryo: (Katsuhiro Ôtomo’nun resimli romanından), Izô
Hashimoto, Katsuhiro Ôtomo
Japonya;
125 dakika (2001’de yenilenen versiyon)
Konusunu özetlemek pek mümkün değil.
Ama yeni evrenlerin doğuşu ile ilgili bir şeylerden söz ettiğini ve Üçüncü
Dünya Savaşı’ndan 31 yıl sonra, 2019 yılının Tokyo şehrinde geçtiğini
söyleyebilirim.
Böylesine yoğun bir çizgi filme
şimdiye kadar hiç rastlamadım. Belki de bu kadar yüklü olmasını garipsediğimden
10 değil de 9 puan verebildim. Çok doğurgan bir hayal gücünün ürünü olduğu
belli. Bir hayli de şiddet görüntüsü içeriyor. 18 yaşından küçüklere önermem.
23 Ocak 2009 Cumartesi günü,
imdb.com notu 7,8 (32.108 oy). Ben 9 verdim. 6703 kişi (% 20,9) benimle aynı
görüşte.
Amants du Pont-Neuf, Les / Köprü Üstü Âşıkları / Dokuzuncu Köprü Âşıkları (1991)
<8> Yönetmen ve Senarist: Leos Carax
Fransa;
121 dakika
Oyuncular:
Juliette Binoche (Michèle Stalens), Denis Lavant (Alex), Klaus-Michael Grüber
(Hans), Marion Stalens (Marion)
1989 – 1991 yılları. Paris’te
“yaşayan” evsizlerden ikisine odaklanıyor film: Alex ve Michele. Bir de Alex’e
uyuması için gerekli olan uyuşturucu maddeyi sağlayan yaşlı evsiz Hans var,
Michele’in köprüde bulunmasından hiç hoşlanmayan. Toplumun artıklarının,
tamirde olduğu için yaya ve araç trafiğine kapatılmış bir köprü üzerindeki ve
çevresinde geçen yaşamından ve adeta zorunlu aşklarından kesitler. Michele’in
ilk aşkı Julien’den miras kalan derin bir kalp yarası vardır. Alex ise
Michele’i hemen sahiplenmiştir, ilk aşkından kıskanmaktadır.
Pasaklı vaziyetteyken ve bir gözü
bantla kapalıyken Juliette Binoche güzelliği hakkında fazla ipucu vermiyor. Ama
ırmaktan doldurduğu pet şişedeki suyla çırılçıplak “duş aldığı” sahne bir var.
Filmde çok ilginç bir sarhoşluk
sahnesi var: İkili sarhoş olmuş kaldırımın üstünde deli gibi gülerek
kıvranmaktadır. Çöpler (kahve bardağı, şarap şişesi) dev boyutlar almıştır. Ya
da ikili küçülüvermiştir. İlk anda ayırtına varamadığınız bir efekt.
Fransız İhtilali’nin ikiyüzüncü
yıldönümü dolayısıyla yapılan havai fişek gösterisi sırasında ikilinin sağa
sola ateş ettiği, sonra çılgınca dans ettiği sonra da çaldıkları sürat
teknesiyle ırmak gezintisi yaptıkları sahneler sinema tarihinin belki de en
güzel ipini koparma, zincirinden boşanma sahneleridir (bir de deniz kenarında
koşarken yaptıkları bir edepsizlik var; genel izleyiciye uygun değil ama)
Geminin en ucunda kadın önde erkek
arkada durma numarası “Titanic” (1997) ten önce bu filmde yapılmış.
Tabloları gerçekten Binoche çizmiş.
Komple sanatçı.
İkili çiğ balık yerlerken Michele
belki de sinema tarihinde ilk kez Japon yemeğine atıfta bulunuyor, “sushi”
diyor. Kültürel küreselleşmenin simgelerinden biri belki de ilk kez perdeye
çıkmış oluyor.
Tükenişlerinin son evresinde yollar
kesişen iki insanın standart dışı aşkının öyküsü izlemeye değer. Sonlara doğru
senaryo tekliyor, film zayıflıyor ama güzellikleri göz ardı edilemez.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 3.490
oya göre 7,3 [izleme tarihi 25 Temmuz 2009]
Arsenic and Old Lace (1943) <2> Yönetmen: Frank
Capra, Senaryo: Julius J. Epstein, Philip G. Epstein (Joseph Kesselring’in
oyunundan)
ABD;
113 dakika
Oyuncular:
Cary Grant (Mortimer Brewster), Priscilla Lane (Elaine Harper), Raymond Massey
(Jonathan Brewster), Jack Carson (O'Hara), Edward Everett Horton (Mr.
Witherspoon), Peter Lorre (Dr. Einstein), James Gleason (Lt. Rooney), Josephine
Hull (Abby Brewster), Jean Adair (Martha Brewster), John Alexander ('Teddy
Roosevelt' Brewster), Grant Mitchell (Rahip Harper)
Mortimer Brewster evlilik karşıtı
kitaplar yazan bir tiyatro eleştirmenidir. Sevimli yaşlı halalarının komşusu
olan bir rahibin kızıyla evlendiği gün korkunç bir gerçeği öğrenir: Halaları
“huzura kavuşmaları için” yalnız ve yaşlı erkekleri zehirleyip öldüren ve akli
dengesi bozuk diğer yeğenlerinin (kendisini eski ABD başkanı Theodore Roosevelt
sanmaktadır) yardımıyla evlerinin bodrumuna gömen iki sevimli manyaktır. Bir de
evin yıllardır kayıp olan oğlu cani Jonathan, yardımcısı olan deli Dr. Einstein
tarafından değiştirilip Frankenştayn’ın canavarına (Boris Karloff’a) benzetilen
suratıyla ve arabasının bagajındaki bir cesetle ortaya çıkınca işler iyice
karışır.
Bir tiyatro oyunundan uyarlandığı için
neredeyse tamamı bir evin içinde geçiyor. Bir kara komedi. Anlatımdaki pek çok
boşluk gerçek hayatta böyle olmaz dedirtiyor sık sık. Örneğin Elaine karakteri
filmin büyük bir bölümü boyunca unutuluveriyor.
Cary Grant’ın abartılı mimik
kullanımı çok itici, rolüne hiç yakışmamış. Diğer herkes rolünde çok başarılı.
Amerikan askeri Avrupa’da, Afrika’da
ve Japonya’da savaşırken birileri de böyle filmler çekmiş. Yaman bir çelişki.
“Kimimiz vatan için öldük, kimimiz nutuk söyledik).
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
26.519 oya göre 8,1 [izleme tarihi 22 Temmuz 2009]
A.R.O.G. (2008) <5> Yönetmen: Ali
Taner Baltacı, Cem Yılmaz, Senaryo: Cem Yılmaz
Türkiye;
123 dakika
Oyuncular:
Cem Yılmaz (Arif / Logar / Kaaya / Enigma / Koobar), Ozan Güven (Taşo), Özkan
Uğur (Dimi), Nil Karaibrahimgil (Mimi), , Zafer Algöz (Karga / Kumo / Doktor),
Özge Özberk (Ceku), Hasan Kaçan (Cuhara), Muhittin Korkmaz (Tihilu / Bidi)
2004 tarihli uzay çağında geçen Cem
Yılmaz filmi “G.O.R.A.”nın günümüzden bir milyon
yıl önce geçen bir çeşitlemesi. Oyuncuların ve karakterlerin çoğu ilk filmin
aynı.
Türk sinema sanayi ölçütlerinde
üzerinde oldukça çalışılmış, eli yüzü düzgün bir film.
Senaryonun bir filmi iki saat
izlettirecek enerjiden yoksun oluşu filmin en önemli engeli. İnsan “Madem senaryo
iki saati hakkıyla dolduramıyor, 20 – 30 dakika daha kısa sürecek şekilde
kurgulanamaz mıydı?” diye düşünmeden edemiyor.
Dinozor efektleri sinemamız
açısından neredeyse devrimsel nitelikte.
Filmden aklımda kalan en unutulmaz
iki şey: 1- Cem Yılmaz “Kaaya” rolünde Fransız aktör Jean Reno’ya çok benziyor.
2- Nil Karaibrahimgil’in çok hoş taş devri şarkısı.
27 Mart 2009 tarihinde imdb.com notu
2.050 oyla 7,5. Ben gösterilen çaba için 5 verdim. 111 kişi (% 5,4) aynı notu
vermiş.
Au Revoir Les Enfants / Elveda Çocuklar (1987)
<4> Yönetmen ve Senarist: Louis Malle
Fransa,
Batı Almanya; 105 dakika
Oyuncular:
Gaspard Manesse (Julien Quentin), Raphael Fejtö (Jean Bonnet / Jean
Kippelstein), Francine Racette (Mme Quentin), Stanislas Carré de Malberg
(François Quentin), Philippe Morier-Genoud (Peder Jean), François Berléand
(Peder Michel), François Négret (Joseph), Peter Fitz (Muller), Pascal Rivet
(Boulanger)
İkinci Dünya Savaşı yılları. Film
bir kadının biri evlatlarını tren istasyonunda Paris’ten başka bir yere
uğurladığı sahne ile açılıyor. Keşişlerin yönettiği zengin Fransızların savaşın
etkilerinden olabildiğince uzakta eğitimlerine devam ettikleri bir yatılı erkek
lisesindeki hayattan kesitler. Okulda gerçek kimliğini gizleyen bir Yahudi
çocuk vardır [Malle, senaryoyu kendi başından geçen gerçek olaylardan yola
çıkarak yazmış diyorlar].
Yahudi olmanın her yerde ve her
yaşta çok zor olduğunu anlatan bir film. Ayrımcılığın her yerde ve her zaman
hazır ve iş başında olduğu üzerine bir film de diyebilirim.
Filmin içinde bir başka film
gösteriliyor. Gençlere canlı keman ve piyano müziği eşliğinde Charlie
Chaplin’in “The Imigrant”ı izlettiriliyor. Oldukça uzun bir saygı duruşu olmuş
büyük komedyene.
Venedik Film Festivali’nde Altın
Aslan almış. Ünlü ve eleştirmenlerin övdüğü bir film daha fos çıktı gözümde.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 8.404
oya göre 8,1 [izleme tarihi 22 Temmuz 2009].
Australia (2008) <2> Yönetmen: Baz
Luhrmann, Senaryo: Stuart Beattie, Baz Luhrmann, Ronald Harwood, Richard
Flanagan
Avustralya,
ABD; 165 dakika
Oyuncular:
Nicole Kidman (Lady Sarah Ashley), Hugh Jackman (Drover; celep), Brandon
Walters (Nullah), David Wenham (Neil Fletcher), David Gulpilil (Kral George;
büyücü), Ben Mendelsohn (Yüzbaşı Dutton), David Ngoombujarra (Magarri), Jacek
Koman (Ivan; bar sahibi), Jack Thompson (Kipling Flynn; sarhoş muhasebeci),
Angus Pilakui (Goolaj), Bryan Brown (King Carney), Yuen Wah (Sing Song), Tony
Barry (Çavuş Callahan), Ursula Yovich (Daisy)
Olaylar 1939 – 1941 yılları arasında
Kuzey Avustralya’da geçiyor. İngiltereden kalkıp kocasının sığır çiftliğine
gelen Lady Ashley, kocasının öldürüldüğünü ve en yakın adamı tarafından
aldatıldığını öğrenir. Nullah adlı kırma bir aborijin çocuğun cesaretlendirmesi
ve Drover’ın (celepin) yardımıyla 1.500 baş sığırdan oluşan sürüsünü Avustralya
ordusunun beslenmesi için Darwin’e ulaştırmayı başarır. Bunun ardından filmin
ikinci ve ilkinden kopuk duran yarısı başlar: Bir aşk ve bir hırs hikâyesi.
Masalsı parçalar serpiştirilmiş
üzerine ama bu parçalar bünyeye batıp karışamamış; yüzeyde kalmış.
Çok fazla uzatılmış, heyecanlandırmayı başaramayan
(sığır sürülerinin uçuruma koştuğu sahnede bile) bir film. Medya oynatıcı
programın (GOM player) normalden % 20 - % 50 daha hızlı oynatma özelliğini
neredeyse tüm film boyunca sık sık kullanmak zorunda kaldım.
Baş kadın ve baş erkek oyuncu
arasında uygun kimyasal karışım oluş(a)maması önemli bir eksiklik.
Aborijinlere uygulanan ayrımcılık için özür diler
tavrı takdire şayan.
Lady Ashley karakteri, özellikle
filmin ilk dakikalarında, “Cera Una Volta il West /
Once Upon a Time in America / Batı’da Kan Var” (1968) filmindeki Jill
karakterini anımsattı bana. O da, çok uzaktan kocasının çiftliğine geldiğinde
onun ve ilk eşinden olan çocuklarının cestleriyle karşılaşıyordu ve topraklarını
terk etmesini isteyen kötü adamlar vardı yine.
03 Haziran 2009’da imdb.com notu
25.996 oya göre 6,9. Ben 2 verdim. 455 kişi (% 1,8) benimle aynı oyu vermiş.
Aviator, The / Göklerin Hâkimi / Havacı
(2004) <4> Yönetmen: Martin Scorsese, Senaryo: John Logan
ABD,
Almanya; 163 dakika
Oyuncular:
Leonardo DiCaprio (Howard Hughes), Cate Blanchett (Katharine Hepburn), Kate
Beckinsale (Ava Gardner), John C. Reilly (Noah Dietrich), Alec Baldwin (Juan
Trippe), Alan Alda (Senatör Ralph Owen Brewster), Ian Holm (Professor Fitz),
Danny Huston (Jack Frye), Gwen Stefani (Jean Harlow), Jude Law (Errol Flynn),
Adam Scott (Johnny Meyer)
1905-1976 yılları arasında yaşayan
sinema yapımcısı, pilot, uçak tasarımcısı, hava yolu şirketi sahibi, hastalık
hastası, paranoyak, yarı sağır, şımarık, zengin Howard Hughes’un yaşamının 1927
– 1948 arasındaki bölümünden kareler.
ABD’li kafadan sakat zengin bir
adamın hayatından parçaları (daha doğrusu bu filmi yapanların yorumunu)
izlerken ne beklemeliydim bilmiyorum. Ama aslına uygun kostüm terziliği ve mekân
işçiliğinden daha fazla bir şey beklediğim kesin. Çünkü ekranda gördüğüm şey
beni kesinlikle tatmin etmedi.
Fazlasıyla Freudiyen bir film bir
kere. Hughes çocukluğunda annesinin özenli temizleme alışkanlıkları yüzünden,
salgın hastalıktan dolayı ölmekten kurtulmasından öyle etkilenmiş ki; bize
gösterildiği haliyle, ömrünü hep korkuları çocukluk yönetmiş. Bu yorum bana
biraz fazla eski moda geldi. Ayrıca yeri geldiğinde çok sosyal olup herkesle
tokalaşmasını bilmesini ve sürekli yenisini bulduğu kadınlarla gayet doğal
biçimde sevişebilmesini açıklayamıyor. Upuzun bir filmin senaryosu, işine
geleni açıklayan bir varsayıma dayandırılamaz. Ya da ısrar edilip dayandırılırsa
böyle zayıf bir film çıkar ortaya.
Filmin son yarım saatinde Hughes’in
hastalıklı varoluşuna Amerikan rüyasının (serbest girişim hakkının, liberal
ekonominin) savunucusu rolü yamanmaya çalışılmış. Olmuş mu? Yama gibi duruyor
işte.
Filmin işçiliği güzel. Olayların
geçtiği tarihlerin kostümleri, araç gereçleri, mekanları gayet güzel gözler
önüne serilmiş. Gerçi o yıllarda şeylerin böyle olup olmadığını bilmem mümkün
değil. Daha önce izlediğim filmlerde anlatılan “o yıllara” benziyor diyebilirim
en fazla. Hollywood’un iyi işçilik örneği ürünlerinin temel sorununa gelip
dayanmış bulunuyoruz bu vesileyle. Size bir sır vereyim, yaklaştırın
kulağınızı: Bir filmde –yani senaryoda- insanı diğer insanlarla ilişkileri
temelinde, dürüstçe (yani kendi varoluşunuzdan bildiğiniz gerçeklerle uyumlu;
yani önce kendinize karşı dürüst olarak) işlemezseniz, kostüme, özel efekte,
fon müziğine bel bağlarsanız; sonuçta yaptığınız şeyin bütününden kuşku duyulur.
Önce insan gelir. Onu iyi anlatmalısınız. Geriye kalan her şey daha az
önemlidir. Bir başka deyişle eserin iyi işçiliği ile sarhoş olmak iyi bir şey
değildir. Ama özellikle bütçesi yüksek, çalışan uzmanı çok olan filmlerde sık
sık bu yanlış yapılır. O yüzden yüksek bütçeli, iyi oyunculu, iyi yönetmenli,
iyi kostüm tasarımcılı ama kötü senaryolu birçok film vardır.
Yazmadan geçemeyeceğim bir şey daha
var. Leonardo DiCaprio yi bir oyuncu değil, iyi bir oyuncu olamaz çünkü. Bu
fizyolojik olarak mümkün değil. Öylesine temiz, pürüzsüz bir yüzü var ki o yüze
hiçbir şey oturmuyor. Hughes’un hayatından 21 yılın anlatıldığı filmde,
yüzünde, bakışlarında makyajla yapılan rötuşlar dışında bir değişim yok. Ya da
bana öyle geliyor. Sonuçta buraya “bana öyle gelenler”i yazıyorum.
23 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
notu 69,976 oyla 7,6. Ben 4 verdim (100 üzerinden 43). 1413 kişi (% 2) aynı
notu vermiş.
Badlands (1973) <3> Yönetmen ve
Senarist: Terrence Malick
ABD;
94 dakika
Oyuncular:
Martin Sheen (Kit), Sissy Spacek (Holly), Warren Oates (Holly'nin babası),
Ramon Bieri (Cato), Alan Vint (Şerif yardımcısı), Gary Littlejohn (Şerif), John
Carter (Zengin adam)
Biri 25 yaşında bir aylak adam
(Kit), diğeri 15 yaşında lise öğrencisi bir kız (Holly), iki dengesiz gencin
aşklarının ve kanlı maceralarının kızın bakış açısından anlatımı. Erkek kontrol
delisi, kız kontrol edilme delisi. Gerçek bir vakadan uyarlanan filmin konusu
1959 yılında geçiyor.
Filmde Kit tarafından -biri kızın
babası olmak üzere- en az altı kişi öldürülüyor. Kilere kilitledikten sonra
ateş ettiği sevgililerin akıbeti muallâkta kalmış.
Adını çok duyduğum bir kült filmi
daha izlemiş oldum. Büsbütün olmasa da önemli oranda hayal kırıklığı yarattı.
Bu filmin üretilmesinin, kime ne
faydası olabilir. Sağlıklılığa, iyiye dönük bir psikolojik inceleme çabası
göremedim. Ortada ders alınacak çok büyük bir hikâye de yok. Sanırım o dönemde
“reality show”lar, cinayet belgeselleri pek yapılmıyordu ve o açığı kapatmak, o
merakı tatmin ederken para kazanmak için bu film yapılmış.
Tek akılda kalıcı bölümü,
yakalandıktan sonra Kit’in dobralığına hayran kalan polislerin neredeyse onun
sırtını sıvazlar tavır takınması. Yani sanki genç bir adam bir-iki hafta
kafasına göre takılmış, işte o kadar. Derinden kınanmasını gerektiren bir durum
yoksa da alışkanlık gereği idama mahkûm ediliyor.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 14.226 oya göre 7,9
[izleme tarihi 21 Temmuz 2009].
Bank Job, The / Banka İşi (2008) <4>
Yönetmen: Roger Donaldson, Senaryo: Dick Clement, Ian La Frenais
Birleşik
Krallık; 107 dakika
Oyuncular:
Jason Statham (Terry Leather), Saffron Burrows (Martine Love), Stephen Campbell
Moore (Kevin Swain), Daniel Mays (Dave Shilling), James Faulkner (Guy Singer)
1971 yılında Londra’da yapılan bir
banka soygunu ve etrafında dönen entrikalar. Entrika çevirenler içinde kraliyet
ailesinden bir gencin seks yaparken çekilmiş fotoğrafları, uyuşturucu kaçakçısı
bir zenci lider, rüşvetçi polisler ve gizli servisteki derin devletçiler var.
Gerçek olaylardan uyarlanmış. Filmin
en etkileyici yönü gerçekten olmuş olayları anlatıyor olması. Sinema gerçeği ne
kadar aktarabilirse tabii. Fazla uzatmadan konuyu doğrusal bir kronolojiyle
aktarmışlar. Yeterli gerilim yok filmde. İzlenmese de olur.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 43.377 oya göre 7,5
[izleme tarihi 21 Temmuz 2009]
Bee Movie / Arı Filmi (2007) <2>
Yönetmenler: Steve Hickner, Simon J. Smith; Senaryo: Jerry Seinfeld, Spike
Feresten, Barry Marder, Andy Robin
ABD;
87 dakika
Sıradan arı hayatı yaşamak istemeyen
bir arı insanların dünyasına katılır, arıların ballarını çaldıkları için
insanları dava eder.
Film fantastiğin sınırını aşıp
saçmalık sularına yelken açmış. Arı çok fazla insan olmuş. İyi espriler var ama
bunlar tüm filmi kurtaramamış.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
26.782 oya göre 6,4 [izleme tarihi 09 Temmuz 2009]
Belle et la Bete, La / Güzel ve Çirkin (1946) <5> Yönetmen ve Senarist: Jean
Cocteau
Fransa;
90 dakika
Oyuncular:
Jean Marais [Canavar / Prens], Josette Day [Belle], Mila Parély [Félicie], Nane
Germon [Adélaïde], Michel Auclair [Ludovic], John Kuether [Baba]
Ünlü bir masalın sinema uyarlaması:
Mali durumu bozuk üçü kız dört çocuklu olan bir tüccar bir gün ormandan
geçerken yolunu kaybeder. Yolunun üstündeki gizemli, her şeyin kendi kendine
hareket ettiği bir şatoda yer içer. Evin sahiplerini ararken kızlarının en iyi
kalpli olanının isteği gelir aklına: Bir gül. Bir gülü kopardığı an hiddetle
bir canavar çıkar ortaya, “Seni öldüreceğim!” der. Tek kurtuluş şansı
kızlarından birinin onun yerine ölmeyi kabul etmesidir. İyi yürekli Belle
babasının yerine canavarın kurbanı olmaya gönüllü olur. Gizemli şatoya gider.
Canavar ona aşık olur; çirkin ama iyi yüreklidir. Her akşam yedide ortaya
çıkacak ve ortadan kaybolmadan önce hep aynı soruyu soracaktı: “Belle, benimle
evlenir misin?”
Fırtınalı bir aşkın ve sevginin güzelleştirici
etkisinin bir alegorisi. “King Kong” (1933,
1976, 2005) filmlerinin ruh ikizi.
Özel efektleri dönemi için oldukça
başarılı.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 8.608
oya göre 8,1 [izleme tarihi 23 Temmuz 2009].
Ben-Hur (1959) <4> Yönetmen:
William Wyler, Senaryo: Karl Tunberg (Lew Wallace’ın romanından)
ABD;
203 dakika
Oyuncular:
Charlton Heston (Judah Ben-Hur), Jack Hawkins (Quintus Arrius), Haya Harareet
(Esther), Stephen Boyd (Messala), Hugh Griffith (Şeyh Ilderim), Martha Scott
(Miriam), Cathy O'Donnell (Tirzah), Sam Jaffe (Simonides), Finlay Currie
(Balthasar / Anlatıcı), Frank Thring (Pontius Pilate), Terence Longdon (Drusus)
Ben-Hur haksızca suçlanır ve mahkûm
edilir. Bir dizi maceranın ardından intikamını alır. Filmin sonuna doğru Hz.
İsa sayesinde nihai kurtuluşun yolunu bulur.
Dinsel tarih, macera, aşk, ihtiras,
entrika, intikam, bol dekor ve kostüm bir araya getirilip karılmış ve ortaya
upuzun bir film konulmuş. Filmin ancak kırkıncı dakikadan sonra biraz hız
kazanıyor. Elektriği çoğunlukla düşük.
İkinci kez izlemeye değer tek yeri
yarım saatten fazla süren at arabası yarışı sahnesi. O sahnenin çekim tekniği
hala göz kamaştırıcı (10 üzerinden 9 eder). Eserin sinema sanatına katkısı bu
sahne olmuş.
Filmde Hz. İsa ile Ben-hur’un
yolları birkaç kere kesişiyor. Hz. İsa’nın yüzü hiç gösterilmiyor.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 51.631 oya göre 8,2
[izleme tarihi 10 Temmuz 2009]
Billy Elliot (2000)<10> Yönetmen:
Stephen Daldry, Yazan: Lee Hall
Birleşik
Krallık, Fransa; 110 dakika
Oyuncular:
Jamie Bell (Billy Elliot), Gary Lewis (Jackie Elliot; baba), Julie Walters
(Bayan Wilkinson; bale öğretmeni), Stuart Wells (Michael Caffrey; eşcinsel
çocuk), Jean Heywood (Büyükanne), Jamie Draven (Tony Elliot; ağabey), Nicola
Blackwell (Debbie Wilkinson)
Hikâye 1984 – 1985 yıllarında
İngiltere’nin kuzeydoğu sahilindeki bir maden kasabasında geçer (Maden kasabası
mı madenci kasabası mı? Kasaba mı maden için maden mi kasaba için?).
Kahramanımız Billy Elliot, 11 yaşındadır. Maden işçileri olan babası ve ağabeyiyle,
yaşlılık nedeniyle gelgit akıllı olmuş büyükannesi ile birlikte yaşamaktadır.
Annesi bir yıl önce vefat etmiştir ve onun yokluğunda aile bağları gevşemiş,
mayhoşlaşmıştır. Babası tarafından boks kursuna gönderilmektedir. Ama Billy’nin
içinde, boksör olma isteği değil, bir ortaya çıktımı artık gem almaz olan bir
dans etme tutkusu vardır. Billy’nin kaderinde, babası ve ağabeyi gibi maden
işçisi olmak yazılı değildir.
Filmin voltajı yer yer düşüyor.
Özellikle babanın önce büyük sonra küçük oğluna vurduğu sahneler yerine
oturmamış gibi duruyor. Ama film insanın ne ise o olması gerektiği temasını
(dansı seviyorsan dans et, eşcinselsen kendinden utanma vb.), Çaykovski’nin
haşmetli “Kuğu Gölü” müziği eşliğindeki muhteşem bir finalle öyle güzel
taçlandırıyor ki hiçbir pürüzü görmez oluyor göz. Kimileri yerin yedi kat
dibindeki madene inerken, kimileri de hayallerini gerçekleştirip sahnede
kanatlanıyor. Ama maden işçileri de bale izleyebilir, değil mi?
Bu film yine İngiliz işçi sınıfını
ve hayalleri olan bir çocuğu anlatan Ken Loach’ın “Kes”
(1969) filmini hatırlattı bana. İki film madalyonun iki yüzünü gözler önüne
seriyor sanki, ruh ikizi gibiler. “Kes” daha fazla olumsuz yüze odaklanırken
“Billy Elliot” olumlu yana koyuyor yüreğini.
Billy’nin bale okuluna gitmek için
ailesinden ayrıldığı sahne, hele büyükannenin torununu bağrına basışı, yüreği
doldurup ‘aile her yerde aile, insanlık; büyük bir aile’ dedirtiyor insana.
Billy’nin dans ederken ne
hissettiğini soran bale öğretmenine verdiği yürekten cevap: “Bilemiyorum. [Bir
süre duraklar] Sadece iyi hissediyorum işte. Başlangıç zor oluyor. Bir kere
başlayınca, sanki her şeyi unutuyorum. Bu sanki... Bir tür yok oluş. Bir tür
kayboluş. Sanki içimdeki her şey değişiyor. İçimde bir ateş varmış gibi. Dans
ederken sanki bir kuş gibi uçtuğumu hissediyorum. Elektrik gibi. Evet. Tıpkı
elektrik gibi.”
16 Mart 2009 Pazartesi tarihinde
imdb.com puanı 32.831 oyla 7,7. Ben 10 verdim. 7.459 kişi(% 22,7) aynı notu
vermiş.
Blindness / Körlük (2008) <7> Yönetmen: Fernando Meirelles, Senaryo: Don
McKellar (José Saramago’nun romanından)
Kanada,
Brezilya, Japonya; 120 dakika
Oyuncular:
Julianne Moore (doktorun karısı), Mark Ruffalo (doktor), Gael García Bernal
(Barmen; 3. koğuşun kralı), Alice Braga (siyah gözlüklü kadın; fahişe), Yusuke
Iseya (kör olan ilk kişi), Danny Glover (tek gözlü adam), Yoshino Kimura (kör
olan ilk kişinin eşi), Don McKellar (hırsız), Mitchell Nye (çocuk)
Ne olduğu bilinmeyen bulaşıcı bir
hastalık insanları kör etmeye başlar. Körler eski bir hastane binasında
karantina altına alınır. Körler arasındaki bir kadın aslında kör olmadığı
halde, ilk hastalardan biri olan göz doktoru kocasına yardımcı olmak için kör
rolü yaparak karantina altında yaşamaktadır. Kendisine 3. Koğuşun kralı diyen
bir adam (içeri nasıl soktuğu bir bilmece olan) tabancasıyla zorbalık yapar;
hastalara getirilen yiyecekleri insanlara değerli eşyalarını vermeleri şartıyla
verir.
Özellikle ilk yarıda tutuk bir
senaryosu var. İlginç bir fikir çok daha ilgi çekici bir biçimde sinemaya
aktarılabilirdi. Körlüğün zorlukları ve birden bire kör olmanın verdiği dehşet
perdeye iyi yansıtılamamış. Doktor ile siyah gözlüklü kadının yakınlaşması
ilkokul müsameresi derecesinde derinlikli (!) verilmiş. Doktorun karısının bu
durumu gördüğündeki tepkisi de.
Biraz iyi anlatılan tek şey medeniyet cilası
sıyrılınca insanın zorbalaşması. En etkileyici bölüm 3. Koğuş zorbalarının
yemek vermek için kadınları talep etmelerinden sonra gelen kısım. İnsan-hayvan
en iğrenç hallerinden biriyle tokat kıvamında sergileniyor. Ve film bundan
sonra nefes almaya başlıyor sanki.
İlginç bir post-apokaliptik (kıyamet sonrası) filmi
olmuş.
02 Şubat 2009 Pazartesi günü
imdb.com puanı 7 (9460 oy). Ben de 7 verdim; 1655 kişi aynı oyu vermiş (%17,6).
Bolt (2008) 8/10 Yönetmenler: Byron
Howard, Chris Williams, Senaryo: Dan Fogelman, Chris Williams
ABD,
96 dakika
Karakterler:
Bolt, Penny, Mittens, Rhino, Dr. Calico, The Director / Yönetmen, The Agent /
Menajer, Penny’nin annesi
Bolt, sahibi olan genç kız Penny ile
birlikte, süper güçleri olan bir köpeği canlandırdığı bir televizyon dizisinde
rol almaktadır. Ancak Bolt, olanların bir filmin parçası olduğundan ve
kendisinin de rol yaptığının farkında değildir. Taaaa ki…
Konusu “The
Truman Show” (1998) filmini anımsatıyor. Truman’da hayatının bir
televizyon şovundan ibaret olduğunu anlıyordu; ama daha acı bir kavrayışla.
Animasyon teknik açıdan bir harika.
Yan karakterler olan güvercinler tıpkı “Madagascar”
(2005) filmindeki penguenler gibi filmi daha çok sevdiriyorlar. Şişman hamster
Rhino karakteri de unutulmaz.
Filmi sakatlayan, 2 puanını kırdıran
şey filmin düşünce yapısındaki bozukluk: Penny, Bolt’un hayatının 5 yılını –ki
bir köpeğin hayatının neredeyse yüzde kırkına tekabül eder- bir hayal
dünyasında, “sahibimi kötülüklerden koruyacağım” endişesiyle yaşamasına göz
yummuştur. Bu gerçeği “Ama o Bolt’u çok seviyor.” gevezeliğiyle örtemezler,
örtememişler J
06 Haziran 2009’da imdb.com notu 7,5
(20.931 oya göre). Ben 8 verdim. 5938 kişi (% 28,4) aynı oyu vermiş. Bu en
yüksek orana sahip oy aynı zamanda.
Bubba Ho-Tep (2002) <7> Yönetmen: Don
Coscarelli, Senaryo: Don Coscarelli (Joe R. Lansdale’in kısa öyküsünden)
ABD,
92 dakika
Oyuncular:
Bruce Campbell (Elvis), Ossie Davis (Jack), Ella Joyce (hemşire), Heidi
Marnhout (Callie; güzel kız)
Teksas’ta köhnemiş bir huzurevinde
geçiyor film. Kendisinin gerçek Elvis Presley olduğunu iddia eden bir ihtiyar
ile kendisinin komplocular tarafından siyaha boyandığını ve aslında Başkan John
F. Kennedy olduğunu iddia eden zenci bir ihtiyar, yakından geçen nehre düşmüş
bir otobüsten çıkan bir mumya ile mücadele eder. Mumya huzurevi sakinlerinin
ruhlarını kıçlarından (!) emmektedir.
Saçma sapan bir konuyu sıkmadan
izlettiren küçük, iddiasız bir film. Yaşadığımız günlerin kıymetini bilmemiz
gerektiğine dair bir mesajı var. Yer yer komik, yer yer hüzünlü. Az bütçe, az
oyuncu ve az mekânla iyi bir iş çıkarmışlar.
06 Şubat 2009, imdb.com notu 7,4
(19329 oy). Ben 7 verdim.
Call of Cthulhu, The / Ctulhu’nun Çağrısı (2005)
<7> Yönetmen: Andrew Leman, Senaryo (H.P. Lovecraft’ın öyküsünden) Sean
Branney, Müzik: Chad Fifer , Ben
Holbrook, Troy Sterling Nies, Nicholas Pavkovic
ABD;
47 dakika
Oyuncular:
Ralph Lucas (Prof. George Gammell Angell), Patrick O'Day (Johansen), David
Mersault (Polis müfettişi John Raymond Legrasse), Chad Fifer (Henry Wilcox),
Noah Wagner (Kaptan Collins), Matthew Q. Fahey (Briden)
H.P. Lovecraft’ın kendi yarattığı
mitoloji evrenine dair anlattığı bir hikayeden, konuşmasız, müzikli ve siyah
beyaz olarak çekilmiş bir film. Çekim tekniği filme, restore edilmiş bir sessiz
dönem filmi, sanki 1925’te çekilmiş bir film havası vermiş. Bu çekim
tekniğinin, hem düşük bütçe nedeniyle, hem de Lovecraft’ın ağır ve uğursuz
anlatımını görselleştirmenin güçlüğünden bir nebze kaçınmak amacıyla tercih
edildiğini düşünüyorum.
Bilmeden ve istemeden, Ctulhu
adında, milyonlarca yıl önce uzaydan Dünya’ya gelmiş dev bir canavarı uyandıran
ve hayatları mahvolan denizcilerin, o canavarın gezegene yaydığı doğaüstü
kötücül güçten etkilendiğinden dolayı aklını yitirmek üzere olan bir adamın
dilinden anlatımı.
Denizde terk edilmiş gemiye
bindiğimiz andan itibaren filmin sonuna kadar olan bölüm şunusöyletiyor:
Sessiz, siyah beyaz, efektleri ilkel bir teknikle oluşturulmuş bir filmde, bu
kadar kısa bir sürede, dehşet –müziğin de yardımıyla- ancak bu kadar güzel
görselleştirilebilirdi.
Filmin sonunda, H.P. Lovecraft’ın o
uğursuz kehanetini okuyoruz ekranda: “Dünyadaki en bağışlayıcı şey, sanırım,
insan zihninin dünya üzerindeki şeyler arasında ilişki kurabilmekteki
noksanlığıdır. Günün birinde, bu parçalanmış bilgi bir araya getirildiği zaman,
gerçekliğin öyle ürkütücü görüntüleri açığa çıkacak ki, bu gerçeklikteki
korkutucu derecede önemsiz konumumuzu fark ettiğimizde, ya bu algılamadan
deliye döneceğiz, ya da bu öldürücü ışıktan kaçıp yeni bir orta çağın huzur ve
güvenliğine sığınacağız.”
Filmin 19 Nisan 2009’da imdb.com
notu 7,5 (2.211 oy ile). Ben 8 verdim (100 üzerinden 75) . 592 kişi (% 26,8)
aynı puanı vermiş ki en fazla oranda verilen puan bu.
Carandiru (2003) <8> Yönetmen:
Hector Babenco, Senaryo: Hector Babenco, Fernando Bonassi, Victor Navas
(Drauzio Varella'nın “Estação Carandiru” adlı kitabından)
Brezilya, Arjantin; 139 dakika
Oyuncular: Luiz Carlos Vasconcelos (Médico / Doktor),
Milton Gonçalves (Chico), Ivan de Almeida (Ebony / Abanoz), Ailton Graça (Majestade /
Ekselans), Maria Luisa Mendonça (Dalva), Aida Leiner (Rosirene), Rodrigo
Santoro (Lady Di / travesti), Gero Camilo (No Way / Sem Chance), Lázaro Ramos (Ezequiel), Caio Blat (Deusdete), Wagner Moura (Zico) ,
André Ceccato (Barba / Sakal), Antonio Grassi (Müdür Pires)
4000
kişi kapasitesi olan ama içinde sıkış tepiş 7500 mahkumun tutulduğu Sao Paolo
Carandiru Tutukevi'nde görev yapan bir doktorun gözünden mahkum portreleri ve
kanlı bir baskın.
Majestade
iki karısının olmasıyla ilgili olarak doktora şunu söylüyor: Doktor, benim için
hayat bir atlıkarınca ve tek at yetmez.”
Hapishanede
çıkan isyan 02 Ekim 1992 tarihinde çevik kuvvet tarafından kanlı bir biçimde
bastırılmış. 111 mahkum öldürülmüş. Hapisane 15 Eylül 2002'de kapatılmış, aynı
yıl 9 Aralık'ta müze yapılmak üzere ayırılan bir bloku hariç dinamitlenerek
yıkılmış. Yerine park yapılmış.
Mahkumlar
da insan ve kendilerine özgü bir dünyaları ve bu dünyanın kuralları var vurgusu
yapılmış. Az daha onlar kader kurbanları söyleminin tuzağına düşülecekken
Zico'nun mahkum arkadaşları tarafındanvahşice cezalandırılması sahnesiyle bir
pança denge kurulmuş. Polis baskını sahnesi çapulcular mı yoksa üniformalılar
mı daha vahşi sorusunun cevabını kendisi veriyor: Üniformalılar.
Gerçek
öykülerden yi oyuncular ve iyi bir yönetmen tarafından uyarlandığı için gerçek
gibi görünüyor.
27
Eylül 2009 tarihinde 5.476 oya göre imdb.com puanı 7,5.
Chicago (2002) <2> Yönetmen: Rob
Marshall, Senaryo: (Maurine Dallas Watkins’in aynı adlı oyunundan Bob Fosse ve
Fred Ebb’in hazırladığı müzikalden) Bill Condon
ABD,
Almanya; 109 dakika
Oyuncular:
Renée Zellweger (Roxie Hart), Catherine Zeta-Jones (Velma Kelly), Richard Gere
(Billy Flynn), Queen Latifah (Matron Mama Morton), John C. Reilly (Amos Hart),
Dominic West (Fred Casely), Christine Baranski (Mary Sunshine)
1920’li yılların Chicago şehri. Şov
dünyasında dönen aldatmacaların bol şarkı ve yarı çıplak dansçı kızlar ile
saçları briyantinli delikanlılar eşliğinde anlatımı. Erkeklerin ilgilerini
çektikleri sürece kadınları kullandıkları sonra bir köşeye fırlatıp attıkları
bir dünya.
Bütün hayat bir sahne şovu olarak
sunulmuş. Bu kadar dans, ışık ve müzik gözleri ve kulakları yoruyor. O yılın en
iyi film Oscar’ını alan bu filmin tek bir fonksiyonu var bence: Dünyadaki
sinemaseverlere “Vay be! Şu Hollywood yıldızları ne kadar yetenekli. On
parmaklarında on marifet var. Adamlar / kadınlar rol gereği hemen iyi dansçı ve
şarkıcı oluyor. Nerde bizde böyle sanatçılar.” Hollywood’un bize gösterdiği
uzaylı yaratıklar ne kadar gerçekse bu da o kadar gerçek. Başka bir ifadeyle
Hollywood göz-kulak yanılmalarının ustasıdır. Herkesin banyoda güzel şarkı
söyleme yeteneği vardır. Onu parlatıp sunmayı bu koskoca sanayiden iyi kim
bilebilir.
Filmin ilgimi çeken tek sahnesi
Roxie’nin avukatı Flynn ile gazetecilere demeç verdiği, avukat dışında herkesin
kuklaya dönüştüğü sahne.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu
76.863 oya göre 7,3 [izleme tarihi 30 Temmuz 2009].
Clerks. (1994) <4> Yönetmen: Kevin
Smith, Yazan: Kevin Smith
ABD,
92 dakika
Oyuncular:
Brian O'Halloran (Dante Hicks), Jeff Anderson (Randal Graves), Marilyn
Ghigliotti (Veronica Loughran), Lisa Spoonhauer (Caitlin Bree)
Film siyah beyaz çekilmiş.
Biri markette (Dante) diğeri
bitişikteki videokaset kiralama dükkânında (Randal) çalışan 22 yaşındaki iki
genç tezgâhtarın müşterilerle ve birbirleriyle olan konuşmaları. Arada bir
dükkânların önünde bekleyen serseri gençlerin muhabbetlerine de bir göz atılır.
Merkezde market tezgâhtarı Dante vardır. Dante’nin kız arkadaşı Veronica 36
erkeğe oral seks yaptığını, Dante de 12 farklı kızla yattığını itiraf etmiştir.
Ayrıca Dante’nin eli bütün gün ayakkabı cilası kokar.
Marketçi ve videocu, “Star Wars 6 – Return of the Jedi” (1983) filminde
gösterilen yapım aşamasındaki ölüm yıldızında çalışan bağımsız müteahhitlerin,
gemi yok edildiğinde masum olarak mı düşman olarak mı öldüklerini tartışırlar.
Marketçi, dipteki cipse ulaşmaya çalışırken elini Pringles kutusuna sıkıştıran
adamın elini kurtarmasına yardımcı olur. Dante’nin öbür kız arkadaşı Caitlin,
dükkanın tuvaletinde mastürbasyon yaparken ölen bir ihtiyarla bilmeden,
karanlıkta seks yapar….
Filmde marketteki tüm yumurtaları
tek tek inceleyip mükemmel olanı bulmaya çalışan takım elbiseli bir adam
vardır. Tezgâhtarlar adamı izlemektedir. Bir başka müşteri bu ilginç olayın
benzerini daha önce gördüğünü, bunun sadece rehber öğretmenlerde görülen bir
hastalık olduğunu anlatır. Market tezgâhtarı hastalığın neden sadece rehber
öğretmenlerde görüldüğünü sorar. Kadının yanıtı: “Eğer işin onlarınki gibi
anlamsız ise sen de çıldırmaz mısın? … Farklılık yaratan bir işinin olması
önemlidir. İşte bu yüzden kafes hayvanlarına suni döllenme için elle
mastürbasyon yapıyorum.”
Bol bol geyik muhabbeti var, biraz
da Woody Allen özentisi. 16 Ocak 2009 Cuma günü imdb.com notu 7,9 / 10; 77.209
oyla. Ben geyik muhabbetlerinin konusu bazen zekice olduğu için 4 /10
veriyorum.
Coraline (2009) 6/10 Yönetmen ve
Senarist: Henry Selick (Neil Gaiman’ın kitabından)
ABD;
101 dakika
“Stop motion” teknolojisiyle çekilmiş bir animasyon.
Senaryonun temelini oluşturan fikir ilginç ama bütününe bakınca senaryo zayıf.
Zayıflığı maskelemek için anlatımı gereksiz yere dolambaçlı hale getirmişler.
Ama filmin tedirgin edici atmosferi, onu izlenmeye değer kılıyor. Mutsuz olduğu
için hayallere dalan ve yaşadığı evi macera alanına dönüştüren küçük kız teması
“El laberinto del fauno / Pan’ın Labirenti”
(2006) filmini anımsatıyor.
18
Eylül 2009’da imdb.com notu 24.493 oya göre 7,9 [izleme tarihi 06 Temmuz 2009]
Crank / Tetikçi (2006) 2/10
Yönetmenler ve senaristler: Mark Neveldine, Brian Taylor
Birleşik
Krallık, ABD; 85 dakika
Oyuncular:
Jason Statham (Chev Chelios), Amy Smart (Eve), Jose Pablo Cantillo (Verona),
Efren Ramirez (Kaylo), Dwight Yoakam (Doktor Miles), Carlos Sanz (Carlito),
Reno Wilson (Orlando), Edi Gathegi (Haitili taksi şoförü), Keone Young (Don
Kim)
Kiralık katil Chev uyandığında gece
vücuduna kendisini yavaş yavaş öldüren bir zehrin enjekte edildiğini öğrenir.
Kanına yapay ya da doğal yollardan adrenalin / epinefrin karıştığı müddetçe
birkaç saat daha yaşayabileceğini öğrenir. Kalan kısa zamanında düşmanını
öldürmeye çalışacaktır.
Chev’in kanına adrenalin karıştırmak
için yaptığı bazı şeyler: Tuvalet zemininden kokain yalamak, bir kulüp dolusu
zenci gangster ile kavga etmek, kaçırdığı polis motosikletinin üzerinde ayağa dikilip
kaza yapmak, sevgili Eve ile Çin Mahallesi’nin işlek bir caddesinde kalabalığın
önünde sevişmek, epinefrin iğnesi yapmak …
Kesinlikle aptalca bir film.
Senaryoda mantığın kırıntısına bile yer yok. Birkaç komik an ve güzel sahne
için 2 puan veriyorum. 15 Nisan 2009 tarihinde imdb.com notu 7,1 (53,079 oyla).
744 kişi (% 1,4) kişi benimle aynı puanı vermiş.
Curious Case of Benjamin Button,
The / Benjamin
Button’ın Tuhaf Hikâyesi (2008) 7/10 Yönetmen: David Fincher, Senaryo: Eric
Roth (F. Scott Fitzgerald’ın öyküsünden)
ABD;
166 dakika
Oyuncular:
Brad Pitt (Benjamin Button), Cate Blanchett (Daisy Fuller), Taraji P. Henson
(Queenie), Julia Ormond (Caroline; günlüğü okuyan kadın), Jason Flemyng (Thomas
Button), Mahershalalhashbaz Ali (Tizzy), Jared Harris (Kaptan Mike Clark),
Elias Koteas (Monsieur Gateau; kör saatçi), Phyllis Somerville (Büyükanne
Fuller), Tilda Swinton (Elizabeth Abbott), Rampai Mohadi (Ngunda Oti), Ted
Manson (Mr. Daws; yedi kere yıldırım çarpan adam), Adrian Armas (David;
Daisy’nin balet sevgilisi), Rus Blackwell (Robert Williams)
Birinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği
gece seksen yaşında bir bebek olarak dünyaya gelen, babası tarafından
reddedilip bir huzur evinin arka kapısına terk edilen, yıllar geçtikçe
gençleşen Benjamin Button’ın, büyük aşkı Daisy başta olmak üzere hayatta
karşısına çıkan insanlarla kurduğu ilişkilerden kesitler sunan bir film.
Sık sık kadere atıfta bulunan,
olayların gelişimi konusunda düşünmeye iten bir film. Ölümü de sık sık gündeme
getiriyor; insanın sevdiklerinin ölümüyle ve kendi ölümüyle barışık olmasını.
Filmin zayıflığı bu önemli konular
üzerine düşündürmek için kaçamak bir yola; fanteziye başvurmuş olması. Fantezi
söz konusu olunca çok mantıklı bir karar verip, özel durumundan dolayı onlara
yük olmamak için kızı daha küçükken eşini ve kızını bırakıp giden Benjamin’in,
çok daha genç bir vaziyette neden geri döndüğünü anlayamayız. Çünkü mantık
filmin başında geri çalışan saatle birlikte kapıdan kovulmuştur ve artık
“ilgiyi ayakta tutmak için her şey mübah” arazisinde at koşturulmaktadır.
Üstelik şu soru da hep zihnimizdedir: Bu film neden bu kadar ağır ilerliyor,
100 dakikada da anlatabilirdi anlattıklarını. Hem böyle saçmalamalara da gerek
kalmazdı o zaman.
David Fincher adeti olduğu üzere
parlak renkler değil pastel renkleri ve loş ortamları kullanmayı tercih etmiş.
Bir başkasının elinde bu daha aydınlık bir film olurdu.
Kaptan Mike: “Olaylar karşısında son
derece kızabilirsin. Küfredebilir, kadere lanet okuyabilirsin. Ama yolun sonuna
geldiğinde; her şeyi bırakmak zorundasın.”
19 Eylül 2009’da 107.458 oya göre
imdb.com notu 8,1. Top 250 listesinde 215. Sırada.
Dead Man / Ölü Adam (1995) 7/10
Yönetmen, Senarist: Jim Jarmusch
ABD,
Almanya, Japonya; 115 dakika
Oyuncular:
Johnny Depp (William Blake), Gary Farmer (Nobody / Hiçkimse), Lance Henriksen
(Cole Wilson), Michael Wincott (Conway Twill), Eugene Byrd (Johnny 'The Kid'
Pickett), John Hurt (John Scholfield), Robert Mitchum (John Dickinson), Gabriel
Byrne (Charlie Dickinson), Mili Avital (Thel Russell)
Ünlü İngiliz şairle aynı adı taşıyan
muhasebeci William Blake, iş bulmak için geldiği vahşi batı kasabasında
istemeden katil, hatta giderek seri katil olur.
Jarmusch’un çoğu filminde olduğu
gibi siyah beyaz çekilmiş.
Ciddi durarak ve kanlı olarak yine
de ara ara komik olmayı başaran bir film. Asla unutamayacağımı düşündüğüm
sahne: Cole Wilson’ın, yerde yatışını çok fazla güzel bulduğu cesedin kabak
kafasını ayağıyla basıp portakal gibi ezişi.
Filmin beni rahatsız eden, iten
öğesi, fon müziği. İnsanın beyin zarına 80 derece limon kolonyası döken,
elektronik gitar riflerinden oluşan Neil Young bestesi müzik.
31 Mart 2009 tarihinde imdb.com notu
26.878 oyla 7,7. Ben 7 verdim. 3535 kişi (% 13,2) aynı oyu vermiş.
Deep Rising / Derinlikte Dehşet (1998) 7/10
Yönetmen ve Senarist: Stephen Sommers
ABD;
102 dakika
Oyuncular:
Treat Williams (Finnegan), Famke Janssen (Trillian St. James), Anthony Heald
(Joey Canton; geminin yapımcısı), Kevin J. O'Connor (Pantucci; Finnegan’ın
mühendisi), Wes Studi (Hanover; korsanların başı), Derrick O'Connor (Kaptan
Atherton), Jason Flemyng (Mulligan), Cliff Curtis (Mamooli; her ırktan kadınla
yatmak gibi bir amacı var), Clifton Powell (Mason), Trevor Goddard (T. Ray;
Avustralyalı, ilk ölen korsan), Djimon Hounsou (Vivo, iri zenci), Una Damon
(Leila), Clint Curtis (Billy, eriyen adam)
Büyük Okyanus’un en yakın karaya 800
mil uzaklıktaki bir bölgesinde ilk seferini yapmakta olan dev tatil gemisi
Argonautica, bilinmeyen bir tür canlının saldırısına uğrar. Geminin içinden
gelen bir destekle gemiyi soymaya gelmiş olan modern korsanlar para kazanma
hırsını bir kenara bırakıp canlarını kurtarmanın derdine düşerler.
1997’de “Titanic”
filmi büyük bir gişe başarısı sağlamıştı. Bu nedenle yeni bir gemi felaketi
filmi 1998’de pek hasılat yapamazdı. Ama işin felaket kısmını canavar
istilasıyla süslerseniz film izleyici çekebilirdi. Yapımcılar da gereğini
yaptı: 1986 yapımı “Aliens “/ Yaratık 2”
filminin uzak bir gezegendeki insan kolonisinde değil de okyanustaki bir gemide
geçenini çektiler.
Fazlaca zorlama gerilim / aksiyon
yaratma çabaları sırıtmasaydı, filmi çok daha güzel olarak
değerlendirebilirdim: Yaratık çelik kapıyı ve çelik koridoru kâğıt mendil gibi
buruştururken iki adamımız (Finnegan ve Hanover ellerindeki silahlarla kapıaya
doğru neden yürürler – ve o kadar cesurduysalar sonra neden kaçarlar. Geminin
koridorlarında jet ski ile hız yapma sahnesi bence iyi bir fikir değil vs.
Filmin unutulmaz dört sahnesi: 1-
Yolcuların iskeletlerinin topluca görüldüğü sahne (aslında böyle iki sahne
var). 2- Yaratığın ağız-kollarından birinden düşen, sindirimi henüz
tamamlanmamış, yürüdükçe erimeye devam eden adam (adı Billy). 3- Yaratığın
yavaş yavaş sindirdiği Hanover’in mermisini boşa harcadığı sahne. 4- Finaldeki
“Bööö, kurtulamadınız!” sahnesi.
Zihninizi hayatın gerçek
sorunlarından uzaklaştırmak istiyorsanız bu film size yardımcı olacaktır.
06 Mayıs 2009’da imdb.com notu 5,6.
Ben 7 verdim. 2.038 kişi (% 19,3) aynı notu vermiş ki, en fazla sayıda verilen
oy bu.
Definitely, Maybe / Kesinlikle, Belki (2008)
<7> Yönetmen ve Senarist: Adam Brooks
ABD;
112 dakika
Oyuncular:
Ryan Reynolds (Will Hayes), Abigail Breslin (Maya Hayes), Isla Fisher (April
Hoffman), Derek Luke (Russell T. McCormack; siyahi), Elizabeth Banks (Emily),
Rachel Weisz (Summer Hartley), Kevin Kline (Hampton Roth), Adam
Ferrara (Gareth)
İlkokul öğrencisi Maya okulda
cinsellik dersi verildiği günün akşamı babası Will'e baskı yaparak hali hazırda
boşanma sürecini yaşadıkları annesiyle nasıl tanıştıklarını anlatmasını ister.
Will, kızına annesiyle tanışmalarının hikayesini isimleri ve ayrıntıları
değiştirerek dolambaçlı bir yoldan anlatır: Üç kadınla ciddi ilişkisi olmuştur,
üçü de inişli çıkışlı, ayrılmalı buluşmalı ilişkilerdir...
Hafifçe politik sosla tatlandırılmış
(Bill Clinton – Monica Lewinsky skandalı), tamamına yakını New York cadde, park
ve sokaklarında geçen, ağırkanlı, insanı aşırı olaylarla yormayan bir romantik
film. Maya'nın annesiyle babasını konuşurken uzaktan izlediğinde yüzünde
beliren ifade etkileyici. Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisi üzerine bir
film bu aynı zamanda. Karamsar değil, iyileşmeye yönlendiriyor. Beğendim.
20 Eylül 2009'da 27.239 oyla
imdb.com notu 7,4.
Dellamorte Dellamore / Cemetery Man (1994) 2/10
Yönetmen: Michele Soavi, Senaryo: Gianni Romoli (Tiziano Sclavi’nin romanından)
İtalya,
Fransa, Almanya; 97 dakika
Oyuncular:
Rupert Everett (Francesco Dellamorte), François Hadji-Lazaro (Gnaghi), Anna
Falchi (Kız), Mickey Knox (Marshall Straniero)
Ölülerin gömüldükten kısa bir süre
sonra tekrar dirildiği bir mezarlığın bekçisinin ve zihinsel özürlü yardımcısının
tuhaf maceraları.
Saçma ve sıkıcı. Sıkıcı olmasaydı
saçmalığı affedilebilirdi elbette.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 6.727
oya göre 7,4 [izleme tarihi 12 Temmuz 2009]
Devrim Arabaları (2008) <4> Yönetmen: Tolga
Örnek, Senaryo: Murat Dişli, Tolga Örnek
Türkiye,
121 dakika
Oyuncular:
Taner Birsel (Gündüz), Ali Düşenkalkar (Hayati), Halit Ergenç (Uğur), Sait
Genay (Cemal Gürsel), Altan Gördüm (Recep), Vahide Gördüm (Suna), Seçil Mutlu
(Nilüfer), Uğur Polat (Sami), Serhat Tutumluer (İsmet), Onur Ünsal (Necip, genç
hali), Selçuk Yöntem (Latif), Haluk Bilginer (Necip, yaşlı hali), Mert Kırlak
(Rüştü)
27 Mayıs 1960 darbesinin lideri ve
sonradan cumhurbaşkanı olan Cemal Gürsel halka Türklerin de sanayi ürünü
üretebileceği konusunda inanç aşılamak maksadıyla yerli bir otomobil üretilmesi
için emir verir. Otomobil yüz elli gün içerisinde üretilip 29 Ekim 1961
Cumhuriyet Bayramı törenlerine yetiştirilecektir. Bu işin yapılabileceğine
inanmayanlar ezici çoğunluğu oluşturmaktadır.
Türkiye’deki bizden adam olmaz
zihniyeti üzerine “bir de buradan bakın” diyen bir film. Sinemasal açıdan pek
bir şey vaat etmiyor; yapım ekibi anlatılan konunun ilgi çekmekte yeterli
olacağına fazlasıyla inanmış gibi geldi bana. Ama sonuçta paradoksal bir
biçimde; uzun, sıkıcı ve “Yahu biz yetmişli yıllardaki komedi filmlerimizden bu
yana akıcı, çok güzel bir film yapamıyoruz bir türlü” dedirten bir film çıkmış
ortaya.
Niyet iyi gibi görünüyor. Okullarda
okutulan tarih kitaplarımız 1938 yılından sonraki Türkiye tarihini anlatmıyor.
Bu boşluğu tarih kitabı sıkıcılığına yakın bir düzeyde de olsa doldurmaya
çalışmışlar diyelim ve geçelim.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 946
oya göre 8,4. [izleme tarihi 03 Temmuz 2009]
Diamonds Are Forever (1971) 1/10 Yönetmen: Guy
Hamilton; Senaryo: (Ian Fleming’in romanından) Richard Maibaum, Tom Mankiewicz
Birleşik
Krallık; TV’de izledim
Oyuncular:
Sean Connery (“007” James Bond), Jill St. John (Tiffany Case), Charles Gray
(Ernst Stavro Blofeld; baş kötü), Lana Wood (Plenty O'Toole), Jimmy Dean
(Willard Whyte), Bruce Cabot (Albert R. 'Bert' Saxby), Putter Smith (Mr. Kidd;
sapık katil 1), Bruce Glover (Mr. Wint; sapık katil 2), Norman Burton (Felix
Leiter), Joseph Furst (Dr. Metz), Bernard Lee (“M”), Desmond Llewelyn (“Q”,
gizli servisin mucidi), Leonard Barr (Shady Tree), Lois Maxwell (Moneypenny)
Dünyayı en çok kurtaran adam
unvanını hak eden 007 James Bond’un maceralarından birisi. Güney Afrika
Cumhuriyeti’ndeki elmas madenlerinden kaçak olarak çıkarılan elmasların
yasadışı ticaretinden başlayıp, yörüngedeki bir uydudan yöneltilip insanlığı
tehdit eden lazer ışınına ulaşıyoruz. Çünkü Bond’un dünyayı kurtarmasına vesile
olacak bir durum gereklidir. Bond’un, beyaz kedisi olan kötü adam Blofeld’i üç kere öldürmek zorunda kaldığını
belirteyim.
James Bond filmleri gösterime
girdikleri yıl itibarıyla mevcut en son teknolojik oyuncakları (ya da yakında
gerçeğe dönüşecek halihazırda prototip düzeyinde olanları, bazen de fantastik
aletleri) tanıtmakla ünlüdürler. Bu teknoloji fetişizmi Bond filmlerinin çabuk
eskimesine, olduklarından çok daha eski görünmelerine neden olur. Örneğin bu
filmde Tiffany Case, Bond’un dokunduğu kadehten parmak izinin fotoğrafını
çekiyor, anında tab olan fotoğrafı alıp Bond’un olduğunu söylediği kişinin
önceden çekilmiş parmak izi fotoğrafıyla karşılaştırıyor. Tabi Bond “Q”nun icad
ettiği takma parmak izi ile önlemini çoktan almıştır. Poloroid fotoğraf
teknolojisinin mezarı boyladığı, dijital fotoğraf makinelerinin her eve girdiği
bu yıllarda ne kadar da safça / çocukça kalıyor. Takma parmak izi de
yapılabilirler arasındadır herhalde. Telefon ahizesine takılıp konuşanın sesini
değiştirmesine yardım eden aygıt da şimdi çocuk oyuncağı.
Bond’un bu filmi büyük oranda
ABD’nin Los Angeles kentinde geçiyor. Rada Hollanda’ya ve Güney Afrika Cumhuriyeti’ne
de uğruyoruz. Filmin esas aksiyon bölümü okyanus üzerindeki bir petrol
platformunda geçiyor.
James Bond’un zannediyorum ki en
sıkıcı en kötü kotarılmış macerasıdır. Filmle ilgili jenerikte söylenen filmle
aynı adı paylaşan şarkı dışında akılda kalıcı hiçbir şey yok. Tam anlamıyla bir
vakit kaybı. Can sıkıntısıyla yapacak başka bir şey bulamadıysanız bile
izlemeye değmez; uyumaya çalışın, sizin için daha yararlı olur.
06 Mayıs 2009’da imdb.com notu
21.812 oya göre 6,7. Ben 1 verdim. 201 kişi (% 0,9) aynı oyu vermiş.
Doctor Zhivago / Doktor Jivago (1965) 4/10
Yön: David Lean, Senaryo: Robert Bolt (Boris Pasternak’ın romanından)
ABD;
192 dakika
Oyuncular:
Omar Sharif (Dr. Yuri Zhivago), Julie Christie (Lara), Geraldine Chaplin
(Tonya), Rod Steiger (Komarovsky), Alec Guinness (Gen. Yevgraf Zhivago), Tom
Courtenay (Pasha), Siobhan McKenna (Anna), Ralph Richardson (Alexander), Rita
Tushingham (Kız), Jeffrey Rockland (Sasha)
Yuri Jivago adındaki bir şair doktor
Lara adındaki sarışın mavi gözlü bir güzele aşık olur. Lara’ya üç erkek daha
aşık olur.
Ayrılmalar ve buluşmalarla dolu çoğu
zaman hüzünlü uzun bir romantik öykü.
Film çok ağırkanlı, ilk bir saati
için sıkıcı bile denilebilir. Ünlü bir filmi izlememiş olmamak adına bir kere
vakit ayrılabilir.
Başkarakter olan büyük şairin bir tek şiirine yer
verilmeyişi büyük bir eksiklik.
Filmden geriye akılda kalan şey 1917
Sovyet Devrimi’nin pek çok kişinin ölümüne, pek çok kişinin yerinden yurdundan,
sevdiklerinden kopmasına neden olduğu. Filmin ve belki de uyarlandığı Boris
Pasternak’ın romanının esas amacı da Bolşevik devriminin çok kötü bir olay
olduğunu acıklı bir aşk hikâyesi yoluyla batılı seyirciye / okuyucuya anlatmak
sanırım.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 25.349 oya göre 8
[izleme tarihi 19 Temmuz 2009]
Down by Law (1986) 4/10 Yönetmen: Jim
Jarmusch, Senaryo: Jim Jarmusch
ABD
– Batı Almanya, 107 dakika
Oyuncular:
Tom Waits (Zack), John Lurie (Jack), Roberto Benigni (Roberto), Nicoletta
Braschi (Nicoletta)
Film siyah beyaz çekilmiş. Konu, New
Orleans şehrinde ve Louisiana kırsalında geçiyor.
Jack muhabbet tellalı, Zack radyo
DJ’idir. İkisi de istemeden belaya bulaşır: Jack küçük bir kızı pazarladığı,
Zack şoförlüğünü yapması için kiralandığı lüks arabanın bagajında ceset
bulunduğu için hapse atılır. Koğuşa gelen üçüncü kişi hilebaz kumarbaz
Roberto’dur ve gerçekten bir adamı öldürmüştür. İtalyan’dır ve İngilizcesi çok
kötüdür.
Önemli bir kısmı bir hapishane koğuşunda geçiyor.
Mahkûmlara giydirilen formaların sırtında “Orleans Parish Prison” yazıyor.
Üçlü Roberto’nun keşfettiği bir yolu kullanarak
hapishaneden firar eder. Kaçış sırasında nehir boyunu takip ederler.
Roberto filmde becerikli olan karakterdir. Kaçış
yolunu bulur, tavşan yakalayıp pişirir, lokanta sahibi İtalyan kadınla
(Nicoletta) arkadaş olup herkese ziyafet çektirir. Sadece yüzme bilmez.
Filmin imdb.com puanı 16 Ocak 2009 Cuma itibarıyla
11.188 oyla 7,8 / 10. Ben iddiasız konusu ve sakin anlatımı için 4 veriyorum.
Du bi quan wang da po xue di zi / Master of the Flying Guillotine
/ The One Armed Boxer vs. the Flying Guillotine / One-Armed Boxer II / Duell
der Giganten / Tek Kollu Boksör Uçan Giyotin Ustasına Karşı / Devlerin Düellosu
(1975) <8> Yönetim ve Senaryo: Yu Wang (biz de “Wang Yu” diye tanınır)
Hong
Kong; 92 dakika
Oyuncular:
Yu Wang (Liu Ti Lung; Tek Kollu Boksör), Kang Kam (Fung Sheng Wu Chi; Uçan
Giyotin Üstadı), Kun Yee Lung (Wu Shao-tieh), Kar Wing Lau (Chang Chia Yu),
Lung Wang (Japon Yakuma), Tsim Po Sham (Nai Men), Fei Lung (Yakuma Jiro), Fu
Chiang Chi, Pai Cheng Hau (Efendi Wu), Han Hsieh (Hakem – Sunucu)
İki öğrencisini katili olan Tek
Kollu Boksör’ü öldürmeye ant içen Uçan Giyotin Üstadı harekete geçer. Filmde
bir intikam öyküsünün yanı sıra bir kung fu turnuvası da izliyoruz.
Atılan yumruk ve tekmelerin
çıkardığı fizik ötesi sesler bu türün alâmetifarikası olarak bolca kullanılmış.
Rakibin başını kana susamış bir çiçek gibi koparıveren “uçan giyotin” adlı
silah, dövüşürken kolları uzayabilen Hintli dövüşçü ilginç (90’lı yılların ünlü
video oyunu “Street Fighter”daki bir karaktere ilham vermiş sanırım). Kamera
açıları ile oynayarak çok güzel etkiler yaratmışlar.
Tek Kollu Boksör’ün tek kolunun
olmayışının getirdiği eksikliği, zekâsı ile gidermesi, aksiyon filmlerinde pek
görmediğim bir erdem. Başkahramanın bir sakatlığının olması aksiyon dünyasında
istenen bir şey değildir. Bir de kolunu gömleğinin altında sakladığı belli
olmasa J
14 Şubat 2009 Cumartesi (“Sevgililer
Günü”) tarihinde imdb.com notu 7,5 (1426 oy). Ben 8 verdim. 395 kişi (%27,7)
aynı notu vermiş.
Dung che sai duk / Ashes of Time / Zamanın
Külleri (1994) <7> Yönetmen: Kar Wai Wong, Senaryo: Kar Wai Wong (Louis
Cha’nın romanından)
Hong
Kong, Çin, Tayvan; 93 dakika (“Redux” versiyonu)
Oyuncular:
Brigitte Lin (Mu-rong Yin / Mu-rong Yang), Leslie Cheung (Ou-yang Feng), Maggie
Cheung (Kadın), Tony Leung Chiu Wai (Kör kılıç üstadı), Jacky Cheung (Hung
Chi), Tony Leung Ka Fai (Huang Yao-shi), Charlie Yeung (Genç kız)
2008’de hazırlanmış Redux (yeniden
kurgulanmış) versiyonunu izledim.
Girift bir film. Filme pek fazla
nüfuz edemediğimi düşünüyorum. İleri bir tarihte tekrar izlemeyi düşünüyorum.
Filmden anladıklarım / bende
kalanlar: İnce duyarlılık sahneleri (kadının atı okşayışı, kadının adamı
okşayışı), çok güzel fotoğraflar, güzel bir fon müziği, filmin genelini örten
tül perde gibi bir hüzün duygusu.
Filmde birkaç kılıçlı dövüş sahnesi
var. Ama film aksiyondan çok aşk filmi.
Filmi birazcık Yimou Zhang’ın
yönettiği “Ying xiong / Hero” (2002) filminin
öncülü / habercisiymiş gibi düşünüyorum. Bundaki en büyük etken sanırım görüntü
yönetmenlerinin aynı olması: Christopher Doyle. Benzer şiirsel kareler iki
filmde de var.
27 Mart 2009 Cumartesi günü imdb.com
puanı 3120 oyla 7,3. Ben 7 verdim; 505 kişi (% 16,2) benimle aynı fikirdeymiş.
Emperor's New Groove, The / Şaşkın İmprator (2000) 8/10
Yönetmen: Mark Dindal, Senaryo: David Reynolds (Roger Allers ve Matthew
Jacobs’un öyküsünden)
ABD;
75 dakika
Karakterler:
İmparator Kuzco, Pacha, Yzma, Kronk (Yzma'nın şamar oğlanı), Chicha (Pacha'nın
karısı)
Bencil ve sorumsuz genç İmparator
Kuzco, işine son verdiği danışmanı Yzma tarafından bir lamaya dönüştürülür.
İmparator, zor günlerinde destek olan dağ köylüsü Pacha sayesinde dostluğu,
yardımseverliği vb. öğrenir. Sonunda mutlu son gelir.
Hızlı tempolu, neşeli, tam bir
“haftanın yorgunluğunu / düşüncelerini zihninden uzaklaştır” filmi. İzlerken
çok tebessüm ettim.
06 Mart 2009, imdb.com puanı 7,4
(19.400 oy). Ben 8 puan verdim. Oy verenlerin tam dörtte biri benimle aynı
fikirdeymiş.
Feast of Love / Sevgi Ziyafeti (2007) 6/10
Yönetmen: Robert Benton, Senaryo: Allison Burnett (Charles Baxter’ın
romanından)
ABD;
101 dakika
Oyuncular:
Morgan Freeman (Harry Stevenson), Greg Kinnear (Bradley Smith), Radha Mitchell
(Diana Croce), Billy Burke (David Watson), Selma Blair (Kathryn Smith), Alexa
Davalos (Chloe Barlow), Toby Hemingway (Oscar), Stana Katic (Jenny), Erika
Marozsán (Margaret Vekashi), Jane Alexander (Esther Stevenson), Fred Ward (Bat)
Ağırlıklı olarak kadın erkek ve
ebeveyn-çocuk ilişkilerini ele alan ve sağlıklı ilişkilerin nasıl olabileceği
konusunda ipuçları vermeye çalışan bir film. Küçük hikayelerin birleşiminden
oluşuyor.
Filmde karısını lezbiyen bir
sevgiliye kaptıran ve ikinci evliliğinde de aldatılan kafe işleticisi bir adam,
oğlunu uyuşturucuya kurban veren profesör bir baba, eski bir uyuşturucu
bağımlısı olan garson bir genç ve kötü kehanetlere rağmen ondaki iyi insanı
görüp onunla evlenen vefakar bir genç kız (Chloe) var. Ana tema: “İnsan
birisini sevdiği için suçlanamaz, herkes için doğru bir insan vardır” diye anladım
ben. Bir kere merakla izlenebilir.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 5.559
oya göre 6,7 [izleme tarihi 01 Ağustos 2009, otobüs yolculuğu sırasında].
Fiddler on the Roof / Damdaki Kemancı (1971) 8/10
Yönetmen: Norman Jewison, Senaryo: (Sholem Aleichem’in "Tevye's Daughters
/ Tevye’nin Kızları” adlı kitabından ve "Tevye der Milkhiker/ Sütçü Tevye”
adlı oyunundan, Joseph Stein’in yazdığı oyun yoluyla) Joseph Stein
ABD,
174 dakika
Oyuncular:
Topol (Tevye), Norma Crane (Golde), Leonard Frey (Motel Kamzoil), Molly Picon
(Yente), Paul Mann (Lazar Wolf), Rosalind Harris (Tzeitel), Michele Marsh
(Hodel), Neva Small (Chava), Michael Glaser (Perchik), Raymond Lovelock
(Fyedka)
20. yüzyılın başlarında Rusya’da
Yahudilerin çoğunlukta olduğu Anatevka köyünde geçer olaylar. Sütçü Tevye’nin
kızlarıyla –beş tanedirler- başı derttedir. Çünkü kızlar geleneklere aykırı
olarak kendi kocalarını kendileri seçmek istemektedir.
Tevye karakteri bir harika. Yan
karakterler de iyi işlenince tek kusuru çok uzun olmak olan bir film çıkmış
ortaya. Bir romantik müzikal komedi. Rusya’da 1881-1917 yılları arasında
Yahudilere yönelik uygulanan sindirme, göç ettirme ve öldürme uygulamasına da
(pogrom) biraz değinilmiş.
Yahudi gelenekleri üzerine bir
belgesel tadını alıyor bazen. Kafaya şişe konularak yapılan dans çok güzel.
Tevye’nin ahırındayken söylediği “If
I Were a Rich Man / Ah Bir Zengin Olsam” şarkısı çok ünlüdür. Şarkıda şöyle
sitem eder Tanrı’ya Teyve: “Tanrım, aslan ve kuzuyu yarattın / Ne olmam
gerektiğini buyurdun / Büyük ve sonsuz planını bozar mıydı? / Zengin bir adam
olmam!” J
İmdb.com puanı 02 Temmuz 2009’da 7,8
(12.783 oya göre). Ben 8 verdim. 2.899 kişi (oy verenlerin % 22,7’si) aynı
puanı vermiş.
Fille Sur le Pont, La / Köprüdeki Kız (1998) 3/10
Yönetmen: Patrice Leconte, Senaryo: Serge Frydman
Fransa,
88 dakika
Oyuncular:
Vanessa Paradis (Adèle), Daniel Auteuil (Gabor)
Adele kendisine asılan her erkekle,
her yerde cinsel ilişkiye giren hüzünlü bakışları oaln, mutsuz ve umutsuz genç
bir kadındır. Gabor sirklerde canlı hedefe bıçak atma gösterisi yapan bir
adamdır. Bıçak fırlatacağı asistanlarını köprülerde, damlarda intihar etmek
üzereyken bulduğu kadınları kendisiyle çalışmaya ikna ederek bulmaktadır. Adele
ve Gabor’un yolları, Adele’in intihar etmek için seçtiği köprüde kesişir.
Siyah beyaz çekilmiş bir film.
Başlangıçta ve bitişte alaturka müzik çalınması (Hicaz oyun havası, Burhan
Öçal’dan) ve Gabor’un İstanbul’a gelmesi, bıçaklarını Kapalıçarşı’da satacak
duruma düşmesi ve Galata Köprüsü’nde intihar etmeyi düşünmesi ilginç.
Karakterler inandırıcı olmadığından
film, ilginç bir fikirden yola çıkılarak kotarılan ama yapıcılar aktarımda ve
geliştirme-genişletmede başarısız olduğundan çuvallayan filmler kervanına
katılmaktan kurtulamamış. Ölümcül âşıklar, bıçakla sevişen çılgınlar kimyası
tutmamış, karışım iyi değil. İsteyen Vanessa Paradis’in güzelliği ve Adele
perdenin arkasında dururken seyirci önünde ve tren yolu deposunda iki
başlarınayken Gabor’un bıçak attığı sahneler için hızlı bir göz atılabilir.
MY: “Erkekler güzel elbiseler gibi
çekiyor beni. Sürekli onları denemek istiyorum.” “Kaybetmeyi öğren yoksa
kazanmayı çok ciddiye alırsın.”
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 5.056
oya göre 7,5 [izleme tarihi 24 Temmuz 2009].
Fils, Le / Oğul (2002) 8/10
Yönetmenler ve Senaristler: Jean-Pierre Dardenne, Luc Dardenne
Belçika,
Fransa; 99 dakika
Oyuncular:
Olivier Gourmet (Olivier), Morgan Marinne (Francis), Isabella Soupart (Magali),
Annette Closset (eğitim merkezinin müdürü), Nassim Hassaïni (Omar), Kevin Leroy
(Raoul), Félicien Pitsaer (Steve), Rémy Renaud (Philippo), Fabian Marnette
(Rino)
Olivier ıslahevinden çıkmış gençlere
meslek kazandırma kursu verilen bir merkezde çalışan bir usta bir marangozdur.
Bir gün merkeze, 11 yaşındayken Olivier’in küçük oğlunu öldüren ve 5yıl hapis
yatan 16 yaşındaki Francis kayıt olur.
Bir bağışlama ve bağışlanma öyküsü.
Galiba bir de “Çalışmakm insanı arındırır.” Mesajı vermeye çalışıyor.
Dardenne biraderler yine hiç fon müziği kullanmadan
bir film çekmişler. Uzun eğitim sahneleri nedeniyle marangozluğa gönül vermeniz
işten bile değil J
Özellikle filmin ilk yarısında bir
“Ne oluyor yahu, ne çıkacak bunun altından?” merakı canlı tutulabilmiş.
17 Mayıs 2009 imdb.com notu 7,4
(2.553 oy). Ben 8 verdim. 678 kişi (% 26,6) kişi aynı notu vermiş ki bu en
fazla orana sahip not.
Final Countdown, The (1980) 5/10 Yönetmen: Don
Taylor, Senaryo: David Ambrose, Gerry Davis, Thomas Hunter, Peter Powell
ABD;
103 dakika
Oyuncular:
Kirk Douglas (Kaptan Matthew Yelland), Martin Sheen (Warren Lasky), Katharine Ross
(Laurel Scott), James Farentino (Yarbay Richard T. Owens / Richard Tideman),
Ron O'Neal (Yardımcı Kaptan Dan Thurman), Charles Durning (Senatör Samuel
Chapman), Victor Mohica (Black Cloud), James C. Lawrence (Teğmen Perry),
Soon-Teck Oh Simura
Tarih 1980. Yer ABD’nin batı kıyısı
açıkları, pasifik okyanusu. ABD donanmasının en önemli unsurlarından olan uçak
gemisi “USS Nimitz CVN 68” (kısaca “Nimitz”), garip bir elektrik fırtınasına
kapılır. Fırtına gemiyi ve personelini 6 Aralık 1941 tarihine geri götürür. Bir
gün sonra Japon uçakları Pearl Harbor’u bombalayacaktır. Şimdi karar vermek
gerekmektedir: Tarihin akışına müdahale etmeli mi, etmemeli mi? Ya da tarihin
akışına müdahele etmek mümkün müdür, değil midir?
Zamanda yolculuk konusunda bir
fantezi. Çok daha iyi olabilirdi. Ama senaryo zayıf kalmış. ABD Savunma
Bakanlığı’na ve Donanma’ya teşekkür yazısıyla biten film adeta 1980 yılının ABD
savaş teknolojisinin bir belgeseli, bir gövde gösterisi gibi olmuş. Zamanı
doldurmak için (çok kısa bir filmi sinema salonlarında göstermek mümkün
değildir; seyirci parasının karşılığını almadığını düşünür) uzun uzun uçakların
inişleri kalkışları gösteriliyor.
Konu insanları hep düşündüren bir
şey üzerine olduğu için izlenir bir film.
05 Haziran 2009’da imdb.com puanı
5.843 oyla 6,6. Ben 5 verdim. 444 kişi (% 7,6) aynı oyu vermiş.
Finding Neverland / Düşler Ülkesi / Olmayan
Ülkeyi Bulmak (2004) 8/10 Yönetmen: Marc Foster, Senaryo: (Allan
Knee’nin oyununundan) David Magee
ABD,
101 dakika
Oyuncular:
Johnny Depp (Sir James Matthew Barrie), Kate Winslet (Sylvia Llewelyn Davies),
Julie Christie (Mrs. Emma du Maurier), Radha Mitchell (Mary Ansell Barrie),
Dustin Hoffman (Charles Frohman), Freddie Highmore (Peter Llewelyn Davies), Joe
Prospero (Jack Llewelyn Davies), Nick Roud (George Llewelyn Davies), Luke Spill
(Michael Llewelyn Davies), Ian Hart (Sir Arthur Conan Doyle), Kelly Macdonald
('Peter Pan')
Olaylar 1903-1904 yıllarında
Londra’da geçiyor. J.M. BArrie, parkta köpeğini dolaştırırken tanıştığı dul bir
kadından ve onun dört erkek çocuğundan aldığı ilhamla ünlü eseri “Peter Pan”i
yazar.
Hayal kurmanın “hayatın
gerçekleri”yle başa çıkmamızda bize nasıl yardımcı olduğu / olabileceği üzerine
bir film. Bir hayalcilik güzellemesi.
02 Temmuz 2009’da imdb.com puanı 8,0
(77.158 oya göre). Ben 8 verdim; tıpkı diğer 19.351 kişi (% 25,1) gibi.
Flushed Away / Fare Şehri (2006) 8/10
Yönetmenler: David Bowers, Sam Fell, Senaryo: Dick Clement, Ian La Frenais,
Chris Lloyd, Joe Keenan, Will Davies
Birleşik
Krallık, ABD; 81 dakika
Karakterler:
Roddy, Rita, The Toad / Kurbağa, Jean Reno Le Frog / Lö Kurbağa, Whitey (iri
fare), Sid davetsiz misafir)
Ev faresi Rody, lağım faresi Sid
tarafından kanalizasyon yoluyla fare şehrine gönderilir. Rody orada mafya
patronu kılıklı Kurbağa’nın değerli eşyaların çalan Rita ile tanışır ve omna
âşık olur.
Hem aksiyon, hem komedi, hem de
romantizm içeren bir animasyon filmi. Bir dolu zekice espri barındırıyor.
İzlerken çok eğlendim, stres attım.
İnce arka plan esprilerine bir
örnek: Rita’nın evindeki tuvalet kırılıp kanalizasyon suyuna düşer. Ortaya
kitap okumakta olan bir hamam böceği çıkar. Okuduğu kitap yanlış görmediysem
Kafka’nın, bir gün uyandığında kendisini hamamböceğine dönüşmüş bulan bir adamı
anlattığı uzun öyküsü “Değişim / Dönüşüm”ün İngilizce baskısıydı (“The
Metamorphosis”).
19 Nisan 2009’da imdb.com notu
17.470 oyla 7. Ben 8 verdim. Oy verenlerin % 23,2’si, 4056 kişi, aynı notu
vermiş.
Forgetting Sarah Marshall / Aşkzede (2008) 7/10
Yönetmen: Nicholas Stoller, Senaryo: Jason Segel
ABD;
106 dakika
Oyuncular:
Jason Segel (Peter Bretter), Kristen Bell (Sarah Marshall), Mila Kunis (Rachel
Jansen), Russell Brand (Aldous Snow), Bill Hader (Brian Bretter), Liz Cackowski
(Liz Bretter)
Çağdaş, ağzı bozuk (ya da
“cinselliğin rahatça ifade edildiği” [bol bol penis görünen sahne var])
romantik komedilerin iyi örneklerinden. Bir müzisyen, oyuncu sevgilisinin
kendisini bir başkası için terk etmesinden dolayı depresyona girer. Kafasını
biraz boşaltmak için Havai’ye tatile gider ve bilin bakalım aynı yerde başka
kim tatil yapmaktadır…
Özellikle iki çiftin birlikte yemek
yediği sahne çok iyi (hani şu gömleğe şarap dökülen sahne).
16 Eylül 2009’da, 62.025 oya göre
imdb.com notu 7,5.
Ghost Dog: The Way of the Samurai / Hayalet Köpek: Samurayın Yolu
(1999) 6/10
Yönetmen, Senarist: Jim Jarmusch
ABD,
Almanya, Fransa, Japonya; 111 dakika
Oyuncular:
Forest Whitaker (Ghost Dog / Hayalet Köpek), John Tormey (Louie), Isaach De
Bankolé (Raymond; dondurmacı), Cliff Gorman (Sonny Valerio), Dennis Liu (Çin
restoranının sahibi), Frank Minucci (Büyük Angie), Richard Portnow (Yakışıklı
Frank), Tricia Vessey (Louise Vargo), Henry Silva (Ray Vargo)
İri yarı, kilolu, siyah, eski Japon
kültürüne –özellikle samuraylığa- meraklı, bir apartmanın çatısındaki derme
çatma kulübecikte beslediği güvercinlerle yaşayan, en iyi dostu tek kelimesini
bile anlamadığı Fransız dilinde konuşan bir dondurmacı olan, başı, çizgi film
izlemeyi seven İtalyan mafyasıyla dertte olan bir kiralık katil düşün. Hah,
işte bu film o adam hakkında.
Jarmusch bence, Luc Besson’un,
yalnızlığı bir kız çocuğu tarafından bozulan kiralık katil karakterini
destanlaştırdığı “Leon / Sevginin Gücü” (1994)
filminden bir hayli etkilenerek kotarmış bu filmini. O filmi “Shogun Assassin” (1980) filmi ile harmanlamış.
Filmde alıntıları yazılı olarak
verilen kitap, Yamamoto Tsunetomo (1659 – 1719)’nun 1716’da basılan
"Hagakure: The Way of the Samurai / Yaprakların Gölgesinde: Samurayın
Yolu" isimli kitabı.
Estetik öldürme sahneleri hatırına
izlenir (favorim, lavabonun deliğinden yapılan atış).
05 Nisan 2009 imdb.com puanı 30.737
oyla 7,5. Ben 6 verdim. 2448 kişi (%8) aynı notu vermiş.
Ghost World / Hayalet Dünya (2001) 4/10
Yönetmen: Terry Zwigoff, Senaryo: (Daniel Clowes’un resimli romanından) Daniel
Clowes, Terry Zwigoff
ABD,
Birleşik Krallık, Almanya; 107 dakika
Oyuncular:
Thora Birch (Enid), Scarlett Johansson (Rebecca), Steve Buscemi (Seymour), Brad
Renfro (Josh), Illeana Douglas (Roberta Allsworth), Bob Balaban (Enid'in
babası), Stacey Travis (Dana), Charles C. Stevenson Jr. (Norman)
Liseden mezun olan ve üniversiteye
devam etmeyi istemeyen iki genç kızın yaz tatilini nasıl geçirdikleri
anlatılıyor.
Sanırım bu filmin tadına en iyi
13-17 yaşları arasındaki Amerikalı kızlar varabilir J Hayatının sorumluluğunu almanın,
hayata atılmanın zorluğu üzerine bir öykü. Çocukluktan çıkılmış, masalsı bir
dünyadan gerçek dünyaya ışınlanılmıştır. Ama gözün gördüğünü yürek
kabullenememektedir.
Filmdeki en ilginç karakter
merkezdeki Enid karakteri değil; koleksiyoncu Seymour karakteri. Bir yerde
şöyle diyor: “Şimdi neden aylardır bir
yere çıkmadığımı hatırladım. Herkese göre çok basit. Bir Big Mac ve bir çift
Nike ayakkabı verirsin ve mutlu olurlar. İnsanların yüzde doksan dokuzu ile
ilişki kuramıyorum.”
Bir de sanat dersindeki muhabbetler
komik.
04 Nisan 2009’da imdb.com puanı 37,425 oyla 7,7. Ben
4 verdim. 654 kişi (% 1,7) aynı puanı vermiş. 7.380 kişi (% 19,7) 10 puan
vermiş. Dikkat: Bitiş yazılarının ardından gelen kısa bir sahnede Seymour
marketteki nunçakulu adamı dövüyor.
Godfather, The / Baba (1972) 9/10
Yönetmen: Francis Ford Coppola, Senaryo: Mario Puzo, Francis Ford Coppola
(Mario Puzo’nun romanından)
ABD;
168 dakika
Oyuncular:
Marlon Brando (Don Vito Corleone), Al Pacino (Michael Corleone), James Caan
(Santino 'Sonny' Corleone), Richard Castellano (Peter Clemenza), Robert Duvall
(Tom Hagen), Sterling Hayden (Capt. McCluskey), John Marley (Jack Woltz), Richard
Conte (Don Emilio Barzini), Al Lettieri (Virgil 'The Turk' Sollozzo), Diane
Keaton (Kay Adams), Abe Vigoda (Sal Tessio), Talia Shire (Connie Corleone
Rizzi), Gianni Russo (Carlo Rizzi), John Cazale (Fredo Corleone), Rudy Bond
(Don Carmine Cuneo), Al Martino (Johnny Fontane), Morgana King (Corleone anne),
Lenny Montana (Luca Brasi), Salvatore Corsitto (Bonasera), Richard Bright (Al
Neri), Alex Rocco (Moe Greene), Tony Giorgio (Bruno Tattaglia), Simonetta
Stefanelli (Apollonia Vitelli Corleone), Angelo Infanti (Fabrizio), Corrado
Gaipa (Don Tommasino), Saro Urzì (Vitelli)
1945 – 1951 yılları. New York’un yer altı dünyasının
önemli bir bölümüne, senatörlere, yargıçlara hükmeden Sicilya kökenli Corleone
ailesinin şiddet nakışlarıyla örülü yaşamları.
Bu film Don Vito Corleone’un öyküsü olmaktan çok
geleceğin iyi bir devlet adamı olması umut edilen Michael Carleone’un sanki
genlerinden gelen yetenekle mafya dünyasında yükselişinin öyküsü. Filmde
Brando’dan çok Pacino’nun rolü var.
Filmin konusu hep merkezdeki bir adamın etrafında
dönüyor ve öldürme / suikast sahneleri dışında oldukça ağır ilerliyor.
Entrikaları bildiğiniz için tekrar izlediğinizde sıkılma dozu artıyor.
Amma velâkin insanın ikiyüzlülüğü ve nefes alan her
şey üzerinde yetki elde etme gayretinin iyi bir sahnelenişi olan bu film, suç
dünyasını konu alan filmler için bir dönüm noktası. Hep normal insanların da
katil olabilecekleri anlatılırdı. İlk kez değil ama güzel ve derinlikli bir
şekilde ilk kez bu film katilerin de insan olduklarını, özellikle aile
ilişkileri bağlamında anlattı. Sinemanın dönüm noktalarıyla ilgilenen her
sinemasever bir kere izlemeli.
19
Eylül 2009’da imdb.com notu 365.454 oya göre 9,1 [izleme tarihi 27 Temmuz
2009].
Godfather part II, The / Baba 2 (1974) 8/10
Yönetmen: Francis Ford Coppola, Senaryo: Mario Puzo, Francis Ford Coppola
(Mario Puzo’nun romanından)
ABD;
192 dakika
Oyuncular:
Al Pacino (Don Michael Corleone), Robert Duvall (Tom Hagen), Diane Keaton (Kay
Corleone), Robert De Niro (Vito Corleone), John Cazale (Fredo Corleone), Talia
Shire (Connie Corleone), Lee Strasberg (Hyman Roth), Michael V. Gazzo (Frankie
Pentangeli), G.D. Spradlin (Senatör Pat Geary), Richard Bright (Al Neri),
Gaston Moschin (Don Fanucci),
Tom
Rosqui (Rocco Lampone), B. Kirby Jr. (Peter Clemenza; gençliği), Frank Sivero
(Genco Abbandando), Francesca De Sapio (Corleone anne; gençliği), Morgana King
(Corleone anne), Mariana Hill (Deanna Corleone), Leopoldo Trieste (Signor
Roberto), Dominic Chianese (Johnny Ola), Amerigo Tot (Michael'ın bodyguardı),
Troy Donahue (Merle Johnson), John Aprea (Sal Tessio; gençliği), Joe Spinell
(Willi Cicci), James Caan (Sonny Corleone), Abe Vigoda (Sal Tessio), Tere
Livrano (Theresa Hagen), Gianni Russo (Carlo Rizzi), Maria Carta (Vito'nun
annesi), Oreste Baldini (Vito Andolini; çocukluğu), Giuseppe Sillato (Don
Francesco 'Ciccio'), Mario Cotone (Don Tommasino)
Hem düşmanlarını asla affetmeyen Michael Carleone’un
1958 – 1959 yıllarında suç dünyasındaki yerini rakiplerine karşı
güçlendirişini, hem de ailesini yok eden bir kan davasından kaçıp 1901 yılında
dokuz yaşındayken geldiği New York’un suç dünyasında yükselen Vito Andolini
Carleone’un hikâyesi anlatılıyor. İlk filmi izlediyseniz bu filmi de izlememek
olmaz. İlkini tamamlamak konusunda bu kadar başarılı olan bir devam filmi çok
nadirdir.
Filmde Küba Devrimi önemi bir yer işgal ediyor. “Amerikan
rüyası” mitinin uygulamadaki kâbusluğunun altı daha bir kalın çizilmiş.
İlkinin başarısından dolayı hem daha bol bütçeyle
hem de yaratıcılarının daha yüksek öz güvenleriyle çekildiği her halinden belli
(örneğin Vito’nun Fanucci’yi çatılardan takip ettiği sahne geçmişi yeniden inşa
etmek konusunda tam bir sinemasal meydan okuyuş, bir gövde gösterisi).
Merkezdeki adamın çevresindeki karakterler biraz daha incelikli resmedilmiş
(Fredo, Kay).
Uzun ve ağırkanlı bir film. Michael Carleone’un
motivasyonunu bir türlü anlatamayışı da önemli bir eksikliği. Neden bu kadar
kindar. İlk filmdeki motivasyonunu biraz daha iyi anlayabiliyorduk: Babasına,
ağabeyine saldırılmıştı, intikam alıyordu. En azından iki buçuk boyutlu bir
karakterdi. Bu filmde ağabeyini bile –ki bir soruşturma açılsa cinayet olduğu
hemen belli olacak şekilde kafasına tek kurşunla- öldürtmesinin itkisini film
bize anlatmıyor. Tataglia’nın ağabeyinin bulunup Sicilya’dan mahkeme salonuna
getirilmesi hemen fark edilmese de bir kolaya kaçış. Feleğin çemberinden geçmiş
o adam itirafçı olduğu anda tüm ailesinin hayatını tehlikeye soktuğunu mahkeme
salonunda mı anladı yani.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 213.838 oya göre 9
[izleme tarihi 28 Temmuz 2009].
Godfather part III, The / Baba 3 (1990) 3/10
Yönetmen: Francis Ford Coppola, Senaryo: Mario Puzo, Francis Ford Coppola
ABD;
163 dakika
Oyuncular:
Al Pacino (Don Michael Corleone), Diane Keaton (Kay Adams Michelson), Talia
Shire (Connie Corleone Rizzi), Andy Garcia (Vincent Mancini), Eli Wallach (Don
Altobello), Joe Mantegna (Joey Zasa), George Hamilton (B.J. Harrison), Bridget
Fonda (Grace Hamilton), Sofia Coppola (Mary Corleone), Raf Vallone (Kardinal
Lamberto), Franc D'Ambrosio (Anthony Vito Corleone), Donal Donnelly
(Başpiskopos Gilday), Richard Bright (Al Neri), Helmut Berger (Frederick
Keinszig), Don Novello (Dominic Abbandando), John Savage (Peder Andrew Hagen),
Franco Citti (Calo), Mario Donatone (Mosca), Vittorio Duse (Don Tommasino),
Enzo Robutti (Don Licio Lucchesi), Michele Russo (Spara)
Yıl 1979. Michael Carleone yasa dışı işlerle
ilişkisini tamamen kesip çocuklarına temiz bir aile serveti bırakmaya
çalışmaktadır. Yakasını bir türlü kirli geçmişinden kurtaramamaktadır:
Müstakbel papaya günah çıkarmış olsa bile.
Zayıf bir senaryo. Senaryonun zayıf olduğunun,
izlediğimiz filmden zevk almamamız ve sıkılmamız gibi öznel diye
nitelendirilebilecek belirtileri elbette var. Ama somut bir kanıtta isteyenlere
şunu hatırlatayım: Uzun opera sahnesi boyunca kameranın Kay’in filmde
anlatılanlara yeni bir katkısı olmayan yüz ifadesine birkaç kere uzun uzun
odaklanması. Tek başına bu davranış filmi yapanların filmin senaryosuna,
dolambaçsız ifade edersek filme güvenmediğini ispatlıyor.
Sürekli nedamet getiren bitkin bir Michael
Carleone’u hadi yaşının gereğidir diyip kabul edelim. Ya yerine geçen Vincenzo
karakterinin (Mary ile aşkı yoluyla başarısız bir üçüncü boyut katma girişimi
olsa da) iki boyutluluğu, karikatür yüzeyselliği, onu nereye koyacağız.
Özetle üçlemenin olmasa da olur filmi. İlk iki filmi
izlemeniz yeterli.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 73.094 oya göre 7,6
[izleme tarihi Temmuz 2009]
Grande Silenzio, Il / Le Grand Silence / The Great
Silence / The Big Silence / Büyük Sessizlik (1968) 9/10 Yönetmen: Sergio
Corbucci, Senaryo: Mario Amendola, Sergio Corbucci, Bruno Corbucci, Vittoriano
Petrilli (Ekler: Lewis E. Ciannelli, John Hart -İngilizce versiyon. André
Tranché -Fransızca versiyon)
İtalya,
Fransa; 101 dakika (İngilizce dublajlı)
Oyuncular:
Jean-Louis Trintignant (Silenzio; sessiz), Klaus Kinski (Tigrero / Loco), Frank
Wolff (Şerif Burnett), Luigi Pistilli (Pollicut), Vonetta McGee (Pauline),
Mario Brega (Martin, Pollicut'un yardımcısı), Marisa Merlini (Regina)
Filmde ödül için insan öldürenler,
ödül için insan öldürenleri öldüren ve hiç konuşmayan bir adam, para için insan
öldürenleri öldüren adamları kiralayan hayat kadınları var. Kötülerin zaferiyle
taçlanan finali unutulmaz. Ve ekranda akan yazılarla söylenen son sözler:
“Snow Hill'e dikilen bir anıtta bu olay şu sözlerle
anıldı: "Bin yıl boyunca gelecek nesillerin atacakları her adım küllerini
savursa da, hiçbir zaman, bu masum kurbanların kanları bu topraktan
silinmeyecek."
Sergio Leone’nin yönetmediği spagetti westernlerin
en iyisi olduğu söyleniyor. Hepsini izlemedim ama doğru olma ihtimali yüksek
bence. Ayrıca spagetti olsun olmasın gördüğüm, tamamı karlı havada geçen tek
western. Vurulanların kanıyor olması da o dönem sineması için yeni bir
görsellik sayılır.
Filmdeki en büyük pürüz çok sevdiği kocasını hemen
unutup kendisini gayet rahatlıkla Silenzio’ya teslim eden Pauline karakteri. O
karakter daha fazla derinleştirilmeliydi.
07 Şubat 2009 tarihinde imdb.com notu 7,9 (2940 oy).
Ben 9 verdim. 616 kişi benimle aynı fikirde (% 21).
Grizzly Man / Ayı Adam (2005) 8/10
Yönetmen, Senarist: Werner Herzog
ABD;
103 dakika
Oyuncular:
Timothy Treadwell (kendisi), Kathleen Parker (yakın arkadaş; kendisi), Warren
Queeney (yakın arkadaş; kendisi), Larry Van Daele (ayı biyoloğu; kendisi),
Willy Fulton (helikopter pilotu; kendisi), Carol Dexter (Treadwell'in annesi;
kendisi), Val Dexter (Treadwell'in babası; kendisi), Amie Huguenard (kendisi)
Bir şekilde insanlığa küsüp
kendisini Alaska’daki “grizzly” ayılarıyla (büyük boz ayılar) yaşamaya, onları
korumaya adayan, on üç yılın ardından sevgilisi Amie Huguenard ile birlikte bir
grizzly tarafından yenilen Timothy Treadwell’in sıra dışı hayatı. Filmin büyük
bölümü Treadwell’in kendi kamerasıyla yaptığı çekimlerden alınan parçalardan
oluşuyor. Geri kalanlar, Herzog’un yaptığı röportajlar.
Treadwell adeta duygu kanseri olmuş
bir insan. Öyle duyarlı bir hale gelmiş ki, bir gün bir çiçeğin üzerinde bir
arıyı hareketsiz görüyor, onun ölümüne had safhada üzülüyor. Sonra arı hareket
edince çok seviniyor.
Kelimenin tam anlamıyla sıra dışı
bir hayatın belgeseli. İnsanlardan uzaktayken mutlu olan, yaşamı trajik bir
biçimde, belki de aslında tam da istediği biçimde, bir ayının midesinde son
bulan (adeta ayılarla bütünleşmek istiyordu çünkü) Timothy Treadwell çok nadir
bir insan örneği imiş.
09 Nisan 2009’da imdb.com notu 7,9
(12.889 oy). Ben 7 verdim. 3.700 kişi (% 28,7) benzer notu vermiş. En fazla
oranda verilen oy da 8.
Gunga Din (1939) 6/10 Yönetmen: George
Stevens, Senaryo: (Rudyard Kipling’in “Gunga Din” şiirinden) Joel Sayre, Fred
Guiol
ABD;
117 dakika
Oyuncular:
Cary Grant (Cutter), Victor McLaglen (MacChesney), Douglas Fairbanks Jr.
(Ballantine), Sam Jaffe (Gunga Din), Eduardo Ciannelli (Guru), Joan Fontaine
(Emmy), Montagu Love (Albay Weed), Robert Coote (Higginbotham), Abner Biberman
(Chota), Lumsden Hare (Binbaşı Mitchell)
Rudyard Kipling’in 1890 tarihli bir
şiirinden esinlenen bir komedi – macera – savaş filmi. Olaylar Britanya
sömürgesi olduğu dönemde Hindistan’da geçiyor. Kurbanlarını boğarak öldüren
Thug haydutlarıyla İngiliz askerlerinin mücadelesi anlatılıyor. Gunga Din,
alayda su dağıtımı yapan ve asker olmaya heveslenen bir Hintli.
“Üç ahbap çavuş” ve “ahbap çavuşlar”
deyimleri dilimize acaba bu filmden sonra mı yerleşti diye düşünmeden edemedim.
Çünkü hikâyenin üç kahramanı aynı alayda görevli 3 kıdemli çavuş.
Aksiyon sahnelerinde filmin
hızlandırılması efekti kullanılmış; dönemin ilkel tekniklerine uygun olarak. Bu
hile filme sinema tarihinin çocukluk dönemine ait bir naiflik katmış.
Hint medeniyetini hakir gören
Batılılara karşı söylevler veren guru karakteri oldukça ilginç. Hatta kendimi
ondan taraf hissettim. Üstelik boyanarak derisi koyulaştırılmış bir “beyaz
adam” olduğu çok belli J
Filmin altyazılarını Türkçeye
çevirip internette yayınladım. Zevkli ve öğretici bir çeviriydi.
06 Mart 2009 Cuma günü imdb.com notu
4.301 oyla 7,6. Ben 6 verdim. 363 kişi (% 8,4) benimle aynı fikirde.
Happy-Go-Lucky (2008) 4/10 Yönetmen ve
Senarist: Mike Leigh
Birleşik
Krallık; 114 dakika
Oyuncular:
Sally Hawkins (Poppy), Alexis Zegerman (Zoe), Eddie Marsan (Scott)
Bir İngiliz kadının yaşamından
kesitler. Konusu tüm filmi beğeniyle izlettirecek kadar ilginç değil ve hasta
ruhlu sürücülük öğretmeni Scott karakteri başkarakterden daha ilginç.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
11.774 oya göre 7,1 [izleme tarihi 09 Temmuz 2009]
Holes / Kuyu (2003) 7/10
Yönetmen: Andrew Davis, Senaryo: Louis Sachar (kendi romanından)
ABD;
113 dakika
Oyuncular:
Shia LaBeouf (Stanley Yelnats IV / ‘Caveman’ / ‘Mağara Adamı'), Khleo Thomas
(Hector Zeroni / 'Zero' / ‘Sıfır’), Sigourney Weaver (“Bekçi” Walker), Jon
Voight (Marion Sevillo / 'Mr. Sir' / ‘Bay Efendim’), Tim Blake Nelson (Dr.
Pendanski), Patricia Arquette (Miss Kathryn 'Kissin' Kate' Barlow / ‘Öpücük
Kate’), Siobhan Fallon Hogan (Stanley'in annesi), Henry Winkler (Stanley
Yelnats III; baba), Nathan Davis (Stanley Yelnats II; büyükbaba), Eartha Kitt
(Madam Zeroni; büyücü kadın), Dulé Hill (Sam; ‘Soğan Adam’), Jake M. Smith
(Alan / 'Squid' / ‘Kalamar’), Byron Cotton (Theodore / 'Armpit' / ‘Koltuk
Altı’), Brenden Jefferson (Rex / 'X-Ray' / ‘X-Işını’), Miguel Castro (José /
'Magnet' / ‘Mıknatıs’), Max Kasch (Ricky / 'Zigzag'), Noah Poletiek (Brian /
'Twitch'/ ‘Seğirti’), Zane Holtz (Lewis / 'Barfbag' / ‘Kusmuk Torbası’), Scott
Plank (Charles 'Trout' Walker)
Dördüncü Stanley Yelnats erkekleri
büyücü Madam Zeroni tarafından şanssızlıkla lanetlenmiş bir sülalenin üyesidir.
Stanley, hırsızlık yaptığı için “Green Kake / Yeşil Göl’ çalışma kampında 18 ay
çalışmaya mahkûm edilir. Orada göl yoktur; eskiden var olan gölden geriye bir
çöl kalmıştır. Orada gençler her gün güneşin altında çukur kazdırılarak “ıslah
edilmektedir”.
Film Satanley’in olgunlaşmasını
anlatan ana hikâyeye eklemlenen küçük hikâyeler bütünü. Küçük hikâyeler: 1-
Babasının buluşlarının işe yaramıyor / satmıyor olması, 2- Birinci Stanley’in
bir kızla evlenmeye talip olması ve büyücü kadın tarafından lanetlenmesi, 3-
Öğretmen Kathryn ile Sam’in yasak aşkı –zenciler 19. Yüzyılda beyaz kadınları
sevemez-, 4- Öğretmenin haydut kahramana dönüşmesi, 5- “Bekçi” Walker’ın
peşinde olduğu şeyin esrarı.
Hoş bir seyirlik, bir aile ve
gençlik filmi. Yapımcı da Walt Disney. Konusu ilginç, dostluk, iyilik, sevgi
mesajları veriyor. Komik ve fantastik öğeler içeriyor, ama komedi ya da
fantastik film sınıfına sokmak yanlış olur. Biraz hapishane filmi havası var.
Yan hikâyelerin ana hikâyeden daha güzel anlatılmış olması en önemli eksikliği.
Bir de bu tür kendini iyi hisset filmlerinde içine çok düşülen hataya bunda da
düşülmüş: Aşırı senfonik fon müziği ve şarkı kullanımı Her neyse; izlemeye
değer.
17 Mart 2009 Salı günü, imdb.com
notu 7,1 (15.806 oy). Ben 7 verdim. 3.887 kişi (% 24,6) benimle aynı notu
vermiş. Dikkat: Bitiş yazılarının
ardından Zeroni ekranda görünüp bir şey söylüyor.
Home / Yuva (2009) <9>
Yönetmen: Yann Arthus-Bertrand, Senaryo: Isabelle Delannoy , Yann Arthus-Bertrand, Denis Carot, Yen Le
Van
Fransa;
90 dakika
Yönetmenin kurduğu
www.goodplanet.org sitesi.
08 Kasım 2009’da imdb.com notu 3.649oya göre 8,5.
Hotel Rwanda (2004) 8/10 Yönetmen: Terry
George, Senaryo: Keir Pearson, Terry George
Birleşik
Krallık, ABD, İtalya, Güney Afrika Cumh.; 117 dakika
Oyuncular:
Don Cheadle (Paul Rusesabagina), Nick Nolte (Colonel Oliver), Sophie Okonedo
(Tatiana Rusesabagina), Jean Reno (Mr. Tillens - Sabena Airlines Başkanı), Fana
Mokoena (General Bizimungu), Hakeem Kae-Kazim (George Rutaganda), Joaquin Phoenix
(Jack Daglish), Cara Seymour (Pat Archer)
1994 yılında Ruanda’da Hutuların
Tutsilere uyguladığı katliamın, katliamdan kaçanların sığındığı bir otel
merkezli olarak anlatıldığı bir film. Bu filmden bende kalan bilgi: Ayrımı,
ülkeyi sömürge olarak kullanan Belçika yapmış. Ülke halkının daha ince burunlu
ve açık tenli olanlarına Tutsi deyip yönetime almışlar, yandaş olarak
kullanmışlar. Sonra açık sömürgecilik sürdürülemez hale gelip Ruanda’yı
boşalttıklarında yönetimi “demokrasi” gereği çoğunlukta olan Hutulara
bırakmışlar. Sonra ver elini çıkar çatışmasından kaynaklanan katliam. Filmde
çatışma ortamının oluşmasını sağlayan Batılı ülkelerin katliamlara göz
yumduğunun altı yeterince çizilmiş. Birleşmiş Milletler askerlerinin oteldeki
Batılıları seçip ülkeyi terk etmek üzere alışları / kurtarışları, siyahları
kaderlerine terk edişleri sahnesi oldukça zihin açıcı.
Türkiye’deki Maraş, Çorum ve Sivas
katliamlarını hatırlayınca insanların gözü dönmüşlüğünün her zaman ve her yerde
ortaya çıkabileceğini, bunun bir uygun ortam meselesi olduğunu düşünüyorsun.
Oldukça rahatsız edici bir düşünce.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
76.931 oya göre 8,3 [izleme tarihi 09 Temmuz 2009]
Howling, The / Uluma (1981) 6/10
Yönetmen: Joe Dante, Senaryo: (Gary Brandner’ın romanından) John Sayles,
Terence H. Winkless
ABD,
90 dakika
Oyuncular:
Dee Wallace (Karen White), Patrick Macnee (Dr. George Waggner), Dennis Dugan
(Chris), Christopher Stone (Bill Neill), Belinda Balaski (Terry Fisher), Kevin
McCarthy (Fred Francis), John Carradine (Erle Kenton), Robert Picardo (Eddie
Quist)
9-10 yaşlarımdayken dayımın
götürdüğü peş peşe dört korku filminin gösterildiği, İstanbul’daki bir sinema
salonunda izlemiştim ilk kez. Haftalarca geceleri uykuya dalmadan önce korkulu
hayaller kurmama neden olmuştu.
Çocukluk kabusum olan bu filme oldukça hoşgörüyle
yaklaşıyorum. Bendeki nostaljik etkisi çok güçlü. Bu yüzden efektlerin
ilkelliğini, oyuncuların başarısızlığını görmezden geliyorum. Hatta o ilkel
dönüşüm efektleri grotesklikleriyle ilginç bile geliyorlar.
Haber peşindeyken saldırıya uğrayan bir gazeteci,
kendisini olayın etkisinden kurtarabilmek için doktor tavsiyesiyle, kocası ile
birlikte şehir dışındaki bir kişisel gelişim kampına katılır. Meğersem kampta
kişisel gelişenler kurt adamlar değil miymiş? J
Eddie, Karen’ın karşısında kaynayarak,
baloncuklanarak, köpürerek kurt adama dönüşürken, Karen biraz sıkılıyor mu ne? J Film bu çocuksuluğuyla ve
çocukluk hatıram oluşuyla güzel.
27 Mart 2009 tarihinde imdb.com notu 6,5 (6837 oy).
Ben 6 verdim. 1340 kişi (% 19,6) aynı fikirdeymiş. Ayrıca bu filmin
altyazılarını İngilizceden çevirerek internette yayınladım. Büyük bir zevkti.
Huitième Jour, Le / Sekizinci Gün (1996) 7/10
Yönetmen ve Senarist: Jaco van Dormael
Belçika,
Fransa, Birleşik Krallık; 103 dakika
Oyuncular:
Daniel Auteuil (Harry), Pascal Duquenne (Georges), Miou-Miou (Julie), Isabelle
Sadoyan (Georges’un annesi), Michele Maes (Nathalie), Fabienne Loriaux
(Fabienne), Juliette Van Dormael (Juliette)
Harry adlı çok başarılı görünen ama
aslında ilişkiler konusunda yolunu yitirmiş olan bir pazarlama uzmanına Georges
adlı down sendromlu bir genç (bir “mongol”) insanlığı hatırlatır.
Konusu itibarıyla “Rain Man” (1988)
filmine çok benziyor. Oradaki “özürlü” otistik idi.
İnsanların Georges’un Down sendromlu
olduğunu anlamadan (gözlerini görmeden) önceki yüz ifadeleriyle (insancıl),
anladıktan sonraki yüz ifadeleri (korkmuş, sıkılmış, rahatsız olmuş) arasındaki
zıtlık iyi vurgulanmış. Biraz fazla fantastik, masalsı sulara girilmesi filmi
zayıflatmış bence.
28 Mayıs 2009 tarihinde imdb.com
notu 7,3 (2852 oya göre). Ben 7 verdim. 523 kişi (% 18,3) aynı oyu vermiş.
Hulk Vs. (2009) 7/10 Yönetmen: Frank
Paur, Senaryo: Craig Kyle, Christopher Yost
ABD,
82 dakika (Vs. Wolverine 37 dakika, Vs. Thor 45 dakika)
Marvel çizgi roman şirketinin
anti-kahramanı Hulk’un, diğer Marvel karakterlerinden Wolverine ve Thor’a karşı
verdiği -iyiliğe vesile olan- mücadeleler. Hulk’un insan hali Bruce Banner,
ağlak bir karakter olarak çizilmiş.
Çizgi film olduğundan çizgi roman
dünyasını hareketli resimler dünyasına daha iyi aktarıyor. Lafı uzatmadan
konuya girmesi çok güzel. Aksiyon görmek istediğinize göre alın size bol bol
aksiyon diyor.
Evet, mantık içermiyor, daha çok ergenler için
üretilmiş. Ama itiraf edeyim; beğendim. Eğlencelik, çerez. Bir kere keyifle
izlenir.
07 Şubat 2009 Cumartesi günü
imdb.com puanı 7,2; 508 oy almış. Ben 7 verdim. 109 kişi (%21,5) aynı notu
vermiş.
Ice Age: Dawn of Dinosaurs / Buz Devri 3: Dinazorların
Şafağı (2009) 6/10 Yönetmenler: Carlos Saldanha, Mike Thurmeier, Senaryo: Peter
Ackerman, Michael Berg, Yoni Brenner, Mike Reiss
ABD;
94 dakika
Bu filmi Real 3D teknolojili bir
sinemada; özel bir gözlük takıp “3 boyutlu” yanılsamasıyla izledim.
Aksiyon ağırlıklı bir komedi animasyon olmuş. İlk
iki filmde filmin kenarında kalan meşe palamudu düşkünü Scratte, bu filmde
neredeyse başrollerden birinde.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu
18.723 oya göre 7,2 [izleme tarihi 07 Temmuz 2009].
Issız Adam (2008) 6/10 Yönetmen ve
Senarist: Çağan Irmak
Türkiye;
111 dakika
Oyuncular:
Cemal Hünal (Alper), Melis Birkan (Ada), Yıldız Kültür (Müzeyyen), Aslı Aybars
(Yasemin), Şerif Bozkurt (Şenol), Gözde Kansu (Sinem), Yağmur Oray (plajdaki
balerin kız)
Tarsus’lu Alper ile Bursa’lı Ada’nın
İstanbul’da geçen aşk hikâyesi. Alper kadınlarla ilişkisini sadece cinsellik düzeyinde
tutan bir aşçıdır. Eski Türkçe pop müzik şarkılarını plaktan dinlemek ikinci
tutkusudur. Kadınlarla daha derin bir ilişki nasıl olurdu diye ufak ufak
meraklandığı bir dönemde bir sahafta güzel Ada’ya rastlar. Yemek yapma yeteneği
ve plak tutkusuyla sakin hayatından sıkılmış olan Ada’yı kolayca tavlar.
İlişkileri bir ay iyi gider. Alper, Ada’yı kısa süreliğine İstanbul’a gelen
annesi Müzeyyen’e tanıştırır. Sonra içindeki hayvanı dizginleyemez ve Ada’dan
ayrılır. Sonra çok pişman olur. Beş yıl sonra tekrar karşılaşırlar. Gözleri
başka, dilleri başka söyleyerek biraz konuşurlar ve tekrar ayrılırlar. Biz
gözyaşı dökeriz.
Metropolde yalnız kalmış insanları
işlediği öne sürülen filmde metropol yaşamına dair tespitler yok gibi. Nasıl
olsa mutsuz biten aşk hikâyesi yeterince satar diyerek ve sanırım yeteneği de
yetmediği için Çağan Irmak hiçbir karakteri derinleştir(e)memiş. Bu çerçevede
Ada ve Müzeyyen hanım bir alışveriş merkezini gezerken metropollerde yaban otu
hızıyla çoğalan bu merkezler hakkında dişe dokunur hiçbir şey söyleyemezler.
Alper’in derdi, “kanımda mikrop var” lafıyla açıklanmış gibi yapılıyor ki
“İçime cin girdi” / “Beni cin çarptı” lafından daha derinlikli bir çözümleme
değil. Televizyonlara verdiği röportajlarda (DVD’nin ekinde var) modern insanın
durumunu anlattığını iddia eden bir yönetmen-senarist, bu “çözümlemeyle”
yetiniyorsa gösteriş yapıyor demektir: Gösterenle gösterilen arasında bir
ilişki yoksa buna gösteriş deniyor. Yeşilçam melodramına getirdiği tek yenilik,
daha açık saçık (“cesur” sıfatı siyaseten doğrucu olduğu için tercih etmedim)
sevişme ve öpüşme sahneleri olur (eskiden oyuncular yanak yanağa verirdi),
mantık kesinlikle değil.
Ayrıca devasa bir mantıksal boşluk
da filmin en ağır sakatlıklarından biri: Müzeyyen oğlu Alper’in çok zor bir
insan olduğunu, ona karşı çok sabırlı olunması gerektiğini anlatır Ada’ya.
Hemen ardından Alper’in ayrılma isteği gelir. Ada ağlayıp bağırsa da hemen
denilebilecek bir çabuklukla Alper’den ayrılır. Sonradan öğrendiğimize göre
Tarsus’a Müzeyyen hanımın yanına gidip Alper’in büyüdüğü evi görür. Ama
telefonlarını hatta yaşadığı ülkeyi değiştirip Alper’den kaçar. O kadar büyük
bir mantıksal hata ki ilk bakışta birçok insan görmeyebilir.
Bir de filmin karamsar tercihi var.
Tabii isteyen istediğini tercih eder ama söyleyecek bir çift lafım var yine de:
Neden Alper yaşayan bir ölüye dönüşmek ve o halde kalmak zorunda. Yeni ufuklara
yelken açtırılabilirdi pek ala. Ama ticaretin gözü kör olsun işte; gişe
hâsılatı düşebilirdi o zaman. Ayrıca gözleri yaşlarla buğulanmamış daha çok
seyirci senaryodaki boşlukları görebilirdi.
Filme altı vermem filmin başarılı
bir yapım olmasından değil benim acıklı filmlere karşı zaafım olmasından.
Gücünü “Alper! Ne yaptın sen salak! Bu kız elden kaçırılır mı?” diye düşünmemizden
alıyor.
Filmin etkililiğini sağlayan en
önemli unsurlardan biri fonda çalan iyi seçilmiş eski pop müzik parçaları.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 3.155
oya göre 7,2 [izleme tarihi 26 Temmuz 2009].
In Bruges / Bruges’de (2008) 6/10
Yönetim ve Senaryo: Martin McDonagh, Müzik: Carter Burwell
Birleşik
Krallık, ABD;107 dakika
Oyuncular:
Colin Farrell (Ray), Brendan Gleeson (Ken), Ralph Fiennes (Harry Waters),
Clémence Poésy (Chloë), Jérémie Renier (Eirik), Thekla Reuten (Marie), Jordan
Prentice (Jimmy), Eric Godon (Yuri), Zeljko Ivanek (Kanadalı adam), Elizabeth
Berrington (Natalie), Rudy Blomme
(kule girişindeki biletçi)
Ken tecrübeli, Ray tecrübesiz birer
kiralık katildir. İlk işinde Ray asıl hedefin yanı sıra yanlışlıkla küçük bir
çocuğu da öldürür. İŞ verenleri Harry onları ortalık yatışana kadar Belçika’nın
tarihi dokusunu korumasıyla ünlü Bruges şehrine tatile gönderir.
Bir öldürme filmi. Şu ekranda her
görünen kişinin kaderin ağlarında mutlaka bir işlev yerine getirdiği karışık
olay örgülü filmlerden (örgünün ipleri çok karışmamış ama). Yer yer komik, yer
yer hüzünlü bir film. Varoluşsal kaygılar içerisindeki hüzünlü katilleri
canlandırmada Farrell ve Gleeson çok başarılı olmuşlar. Burwell’in piyano
ağırlıklı fon müziği etkileyici. Coen kardeşlerin her şeyin sarpa sardığı
cinayetli filmlerinden esintiler bariz biçimde hissediliyor.
Ama nihayetinde başkarakterler birer
kanlı katiller ve varoluşsal kaygıları onları ancak bir yee kadar tahammül
edilebilir kılıyor. Filmin dokusunda bir kötülere övgü lekesi var.
17 Mayıs 2009’da imdb.com notu
66,544 oyla 8,1. IMDB Top 250 listesinde 204. Sırada. Ben 6 verdim. 3,097 kişi
(% 4,7) aynı puanı vermiş.
In Cold Blood / Soğukkanlılıkla (1967) 10/10
Yönetmen ve Senarist: Richard Brooks (Truman Capote’un romanından), Müzik:
Quincy Jones
ABD,
134 dakika
Oynayanlar:
Robert Blake (Perry Smith), Scott Wilson (Dick Hickock), John Forsythe (Alvin
Dewey), Paul Stewart (Jensen), Gerald S. O'Loughlin (Harold Nye), Jeff Corey
(Mr. Hickock), John Gallaudet (Roy Church), James Flavin (Clarence Duntz),
Charles McGraw (Tex Smith), Will Geer (Prosecutor), John McLiam (Herbert
Clutter), Ruth Storey (Bonnie Clutter), Brenda C. Currin (Nancy Clutter), Paul
Hough (Kenyon Clutter)
1959 yılı Kasım ayı. İki sabıkalı
serseri Kansas eyaletinin Holcomb kasabasında bir evi basıp orada yaşayan dört
kişilik Clutter ailesini acımasızca katleder. ABD’nin manyak katiller tarihinde
bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu olayı konu alan, Truman Capote’un
yazdığı belgesel romandan uyarlanmış bir film.
İki adam olaydan kısa bir süre sonra
yakalanır, yargılanır ve idama mahkûm edilir. 14 Nisan 1965 Çarşamba gününün
ilk saatlerinde asılırlar. Cellâdın her bir idam için 300 dolar aldığını
öğreniriz. Ayrıca devlet memurlarının infaz ederken (yasal öldürme yaparken)
katillerden daha soğukkanlı ve teknik davranabildiklerini de görürüz.
Tavrını kurbanlardan yana koyan, çok
az kan gösteren, izlediğim en saygın, en efendi manyak katil filmi. İbre
sonraki yıllarda katilleri anlamaktan ve onları mitleştirmekten yana döndü.
Hatta bunun ilk örneği bu filmle aynı yıl çekilen “Bonnie and Clyde” filminde
görülebilir. Gangster çift âşık olunacak insanlar gibi resmedilir (film çok
güzeldir ama bu gerçek de gözden kaçmaz).
Filmin katil ile yakalayan
polislerin otomobilde konuştukları sahnesi “Badlands”
(1973) ve “Seven / Yedi” (1995) filmlerindeki
benzer sahneleri hatırlattı. Bu sahnelerde katiller adeta felsefelerini
anlatır.
Dick’in idamdan önceki son sözleri:
“Kimseye karşı hıncım yok. Bu dünyadan kat be kat daha iyi bir yere
yolluyorsunuz beni.” Perry’ninki: “Özür dilemek istiyorum. Ama kimden?” Ve tam
idam mekanizmasının üstünde, dua okuyan pedere: “Burada da Tanrı var mı?”
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 9.476
oya göre 8,1 [izleme tarihi 23 Temmuz 2009].
Insomnia / Uykusuz (2002) 10/10
Yönetmen: Christopher Nolan, Senaryo: Hillary Seitz (1997 Norveç, İsveç ortak
yapımı olan aynı isimli filmin Nikolaj Frobenius ve Erik Skjoldbjærg tarafından
yazılan senaryosundan)
ABD,
Kanada; 113 dakika
Oyuncular:
Al Pacino (Will Dormer), Hilary Swank (Ellie Burr), Robin Williams (Walter
Finch), Maura Tierney (Rachel Clement; otel görevlisi), Nicky Katt (Fred
Duggar; yerel polis), Martin Donovan (Hap Eckhart; Dormer’ın ortağı), Jonathan
Jackson (Randy Stetz; Kay’in erkek arkadaşı), Katharine Isabelle (Tanya
Francke; Kay’in arkadaşı), Crystal Lowe (Kay Connell; öldürülen kız)
Los Angeles polisinden Will Dormer
ve Hap Eckart, Alaska’daki bir kasabaya, orada işlenmiş bir cinayetin çözümü
konusunda bölge polisine yardımcı olmak üzere gönderilirler. Bu arada Los
Angeles’da polis iç işleri, Dormer’ın ve ortağının çözdüğü kimi eski vakaların
çözülüş tarzıyla ilgil ortaya çıkan şüpheleri incelemeye almıştır. Eckhart,
konuyla ilgili olarak müfettişlerle işbirliği yapmaya karar verdiğini Dormer’a
söyler. Alaska’daki katilin peşinde giderlerken Dormer ortağını yanlışlıkla
öldürür.
Doğruluktan şaşmamak gerektiğini,
aksi takdirde yalanın yalanı, yanlışın da yeni yanlışları doğacağını ve
vicdanın huzura kavuşmayacağını öne süren bir film.
Alaska’nın harika doğasından
görüntüler izleyince, ABD’nin büyük şehirlerinde geçen polisiyelerden nasıl da
bıktığımı fark ettim.
Filmin finali aksiyona meyletmiş.
Gerçekten orijinal, derinlikli bir adam olarak resmedilmiş olan kötü adamımız
sonda sıradan / standart bir kötü adama dönüştürülmüş. Ama yine de işlediği
doğruluktan şaşmamayı savunan mesajıyla gönlümü fethetti bu film.
Filmden, Dormer’ın Finch’e
söylediği, bir söz: “Sen benim işimsin; senin için para alıyorum. Benim için
bir tuvaletin bir muslukçu için olduğu kadar gizemlisin.”
Filmden unutamadığım görüntü: Beyaz
renkli bez tarafından emildikçe yayılan kan. Unutamadığım sahne: Dormer’ın
Finch’i takip ederken üzerine bastığı kütükten kayıp nehrin sularına düştüğü ve
boğulma tehlikesi geçirdiği sahne.
23 Nisan 2009’da imdb.com notu
54.834 oyla 7,2. Ben 10 verdim (100 üzerinde 95). 3730 kişi (% 6,8) aynı oyu
vermiş. [Bu film 1997 yapımı, Erik Skjoldbjærg’ın yönettiği “Insomnia” filminin
Hollywood usulü yeniden çevrimi. O filmi de bir gün izlemek isterim.]
Italianetz / The Italian / İtalyan (2005) 5/10
Yönetmen: Andrei Kravchuk, Senaryo: Andrei Romanov
Rusya;
99 dakika
Oyuncular:
Kolya Spiridonov (Vanya Solntsev), Mariya Kuznetsova (Madam), Nikolay Reutov
(Grisha), Jurij Ickov (Semyon; yetimhane müdürü), Denis Moiseenko (Kolyan),
Sasha Sirotkin (Sery), Polina Vorobieva (Nataha), Olga Shuvalova (Irka), Dima
Zemlyanko (Anton), Dariya Lesnikova (Mukhin'in annesi), Rudolf Kuld (Bekçi)
Vanya, ailesi tarafından terk
edildiği için yetimhanede büyüyen altı yaşındaki bir çocuktur. Tam İtalyalı bir
çifte evlatlık verilme işlemleri başlamışken gerçek annesini bulma isteği
kabarır ve onu aramak için yetimhaneden kaçıp yola düşer.
Rusya Federasyonu’nun resmi
desteğiyle çekilmiş öğretici bir film: Anneler, yetimhanelerde büyüyen
çocukların durumu çok kötü. Evlatlarınızı, çok zor koşullarda yaşıyor olsanız
bile, ne yapın edin – ne yapacağınızı biz bilmeyiz- yanınızda büyütün.
Bir tür kamu yararına yapılmış
eğitim filmi olduğu için senaryosu zayıf. Ama, her türlü zor şarta rağmen aile
bütünlüğünün korunmaya çalışılması önerisi, belki gerçekçi olmayan, ama yine de
benim yüreğimin de onayladığı bir mesaj olmuş. Ayrıca Vanya rolündeki Kolya
Spiridonov da çok sevimli.
Bu filmin ilk Türkçe altyazısını,
İngilizce altyazısından çevirerek ilk kez ben hazırladım. Hemen “Türkçe
Altyazı” isimli internet sitesine yükleyerek Türk halkının (ya da bugünlerde
sıkça duyduğumuz şekliyle “Türkiye halkının”) kullanımına sundum.
23 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
notu 1520 oyla 7,5. Ben 5 verdim. 34 kişi (% 2,2) aynı oyu vermiş.
Joheunnom Nabbeunnom Isanghannom
/ Nom Nom Nom / The Good, the Bad, the Weird / İyi, Kötü, Tuhaf (2008) 5/10 Yönetmen: Ji-woon
Kim, Senaryo: Ji-woon Kim, Min-suk Kim
Güney
Kore; 135 dakika
Oyuncular:
Kang-ho Song (Yoon Tae-goo / The Weird / Tuhaf), Byung-hun Lee (Park Chang-yi /
The Bad / Kötü), Woo-sung Jung (Park Do-won / The Good / İyi; çifteli), Je-mun
Yun (Byeong-choon), Dal-su Oh (Man-gil), Ji-won
Uhm (Na-yeon;kadın
milis), Cheong-a Lee (Song-i)
1930’lu yıllarda Mançurya’da (Çin)
geçen, define peşindeki insanların macerasını anlatan bir aksiyon filmi. Bir
westernde ne varsa bu filmde de var (sadece insanların hepsi Çinli, Koreli ya
da Japon; yani çekik gözlü). Eastern western olmuş yani.
Biraz Quenin Tarantino, biraz Sergio
Leone, biraz da John Woo tarzına öykünülmüş.
Milyonlarca kez ateş ediliyor bol
bol kan dökülüyor. Kıvrak bir kamera kullanımı var. Özellikle iki çetenin ve
Japon ordusunun bir motosikletlinin peşinden at sürdüğü uzun sahne bir harika.
Her filmin sinema tarihine katkısı olmaz. Bu filmin ki bu sahne olmuş. Filmin
ikinci yarısı birinci yarısından daha güzel, daha esprili. Vakit öldürmek
istediğinizde size yardımcı olacaktır.
20 Eylül 2009’da 3.017 oya göre
imdb.com puanı 7,5.
King Kong (2005) 7/10 Yönetmen: Peter
Jackson, Senaryo: Fran Walsh, Philippa Boyens, Peter Jackson (Merian C. Cooper
ve Edgar Wallace’ın öyküsünden)
Yeni
Zelanda, ABD, Almanya; 187 dakika
Oyuncular:
Andy Serkis (Kong), Naomi Watts (Ann Darrow), Jack Black (Carl Denham), Adrien
Brody (Jack Driscoll), Thomas Kretschmann (Kapton Englehorn), Colin Hanks
(Preston), Evan Parke (Hayes), Jamie Bell (Jimmy)
1933 yapımı klasik canavar filminin
bilgisayar destekli efektlerin güçlendirdiği yeniden çevrimi.
Kifayetsiz muhteris sinema yönetmeni
Carl Denham’ın sürüklediği bir gemi dolusu insan haritalarda yer almayan
“Kafatası Adası”na gelir ve adadaki vahşilerin tapındığı sekiz metrelik goril
Kong ile tanışır.
Klasik film 99 dakikada derdini
anlatırken o filmin çocukluktan beri hayranı olan Peter Jackson derdini 187
dakikada anlatıyor (kabul son 10 dakikası akan yazılar). Bu yetmezmiş gibi bu
filmin bir de 201 dakikalık genişletilmiş versiyonu DVD piyasasına sürüldü.
İçinde dinozorlar ve dev bir goril
olan bir adanın olması, kendisine sunulan önceki kurbanları parçaladığı belli
olan dev bir gorilin bu seferki kurbana âşık olması had safhada saçma şeyler.
Bu hikâyeyi güçlendireceğim, karakterleri besleyeceğim derken işi uzatmak seyirciye
ayıp oluyor. Hem yine de filmin esas oğlanı olması gereken Jack Driscoll
kâğıttan bir karakter olarak kalıyor. Aynı şekilde olayların akışında önemli
bir rolü olan –olması gereken- Kaptan karakteri sadece var olmuş olmak için
var. Adadaki batıl inancın getirdiği vahşetin, yerlilerin uğursuz vahşiliğinin
çok abartılmış olması da etkileyici olma çırpınışı olarak sırıtıyor.
Gelelim kifayetsiz muhteris Carl
Denham karakterine. Filmin “canavarın imkânsız aşkı” ana temasının yanı sıra,
güçlendirici olarak “donanımsız girişilen işlerin ele-yüze bulaştırılması”
teması, onun üzerinden derinlemesine işlenebilirdi. İşlenememiş. Bu karakteri
derinleştirmek için iki gemi tayfasından destek çıkılmaya çalışılmış: Görmüş
geçirmiş siyahi tayfa Hayes ile genç Jimmy. Hayes, Jimmy’nin kendini
geliştirmesini, kendini küçük gemilerde miço olarak heba etmemesini istiyor.
Jimmy, bir şeyler öğrenmeye çabaladığına kanıt olarak kütüphaneden aşırıp
okumaya başladığı bir kitabı gösteriyor. Kitap, Joseph Conrad’ın “Heart of Darkness
/ Karanlığın Yüreği” isimli kısa romanı.
Romanda, “medeni” bir toplumda yetişmiş olan ticaret
gemisi kaptanı Marlow’un, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarına yaptığı ticari
seferler sonucunda, yavaş yavaş medeniyet bağlarından koparak –belki de kendisi
açısından onlardan kurtularak- yerliler arasında deli bir yarı tanrıya
dönüşmesi anlatılır. Beyaz adamın cilası, vahşi doğada kuruyup dökülüvermiştir.
Denham’ın öyküsü Marlow’unkinin derinliğine çok uzak.
Ayrıca bu kitap, “King Kong” ile iki başka film arasında
ince-zayıf bir bağlantı kuruyor. Aynı kitaptan daha yoğun biçimde etkilenen iki
film: 1- Werner Herzog’un yönettiği “Aguirre, der Zorn
Gottes / Aguirre, Tanrı’nın Gazabı” (1972). 2- Francis Ford Coppola’nın
yönettiği “Apocalypse Now / Kıyamet” (1979).
Ama… Filmde bence sinema tarihinin
en güzel aksiyon sahneleri arasında yerini almış olan iki sahne var: 1-
Yırtıcılardan kaçan otçul dinozorların koşusu, 2- Kong’un üç T-Rex ile
dövüşmesi. Bir de yine sinema tarihinin en dokunaklı ‘kahramanın ölümü’ sahnelerinden
birine sahip. Ayrıca sonlara doğru etkiliğini arttıran, neredeyse
uğursuz-lanetli bir melodiye dönüşen fon müziği de övgüyü hak ediyor (James
Newton Howard bestesi). Bunlar filmin uzunluğunu önemli oranda affettiren
şeyler. Ayrıca eski filmi de güzel kılan “Güzellik karşısında yeni bir
duyarlılık kazanan ve bu “yumuşamanın” bedelini hayatıyla ödeyen canavar [ya da
“güç / kudret / makam / mevki” diyelim]” teması da hala çok çekici.
Eski bir izleyişime göre (sinemada
izlemiştim) sonraki bir tarihte, imdb.com’da filme 6 puan vermişim. Düzeltiyor
ve klasik filme verdiğimle aynı puanı veriyorum: 7. Filmin ortalama puanı
114.546 oya göre 7,6. 18.073 kişi daha 7 puan vermiş (% 15,8).
Kolja / Kolya (1996) 10/10 Yönetmen: Jan
Sverák, Senaryo: Zdenek Sverák
Çek
Cumhuriyeti; 105 dakika
Oyuncular:
Zdenek Sverák (Frantisek Louka), Andrei Chalimon (Kolja), Libuse Safránková
(Klára), Ondrej Vetchý (Broz), Stella Zázvorková (anne), Ladislav Smoljak
(Houdek), Silvia Suvadova (Blanka), Lilian Malkina (Tamara), Karel Hermánek
(Musil)
Prag, 1988. Doğu Bloğu fiilen çökmüş
resmen çökmesine 1-2 yıl kalmıştır. Çello sanatçısı, sanatını cenaze
törenlerinde icra eden, kadın düşkünü, evliliğe karşı, elli beş yaşında bir
adam olan Louka Frantişek maddi sıkıntı içerisinde, çorabı delik vaziyette
yaşamını sürdürmektedir. Para için beş yaşında bir oğlu olan genç bir kadınla
sahte bir evlilik yapar. Kadın oğlunu bırakıp Batı Almanya’ya iltica eder.
Kolya isimli çocuğun sorumluluğu, hiç istemediği halde Louka’ya kalır. Çocuk
Çekçe bilmemektedir üstelik. Yavaş yavaş önce dost sonra baba-oğul olurlar.
İlk sahnesinden itibaren insanı
sarıp sarmalayan bir film. O zamanki adı Çekoslovakya olan ülkenin o günlerini,
karakterlerinin öykülerine güzelce yedirerek anlatıyor (örneğin bir hastaneye
gittiğinizde galoş olmadığından ayakkabılarınıza çaput bağlarmışsınız).
Aralarında çok büyük yaş farkı olan iki erkeğin dost oluşları ve dostlukları
yüreğe işleyen bir biçimde anlatılıyor. Sinemanın zarif, yüreğe şefkat
esinleyen güzel örneklerinden. Üstelik bunu gerçeklerden ödün vermeden, hayal
dünyasına dalmadan yapan türden.
Louka’nın ufacık çocukla hangi
bayrağın güzel olduğu konusundaki küçük tartışması görülmeye değer şirinlikte.
Kolya, ülkesinin bayrağının kırmızılığıyla gurur duymaktadır (eski orak-çekiçli
kızıl Sovyetler Birliği bayrağı).
Çeklerin ve Rusların da çaya bizim
gibi çay dediğini de bu film sayesinde öğrendim.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 6.488
oya göre 7,7 [izleme tarihi 29 Temmuz 2009].
Knowing / Kehanet (2009) <1>
Yönetmen: Alex Proyas, Senaryo: Ryne Douglas Pearson, Juliet Snowden, Stiles White
ABD, Birleşik Krallık; 121 dakika
Oyuncular: Nicolas Cage (John Koestler), Chandler
Canterbury (Caleb Koestler), Rose Byrne (Diana), Lara Robinson (Abby /
Lucinda), D.G. Maloney (Beyaz saçlı yabancı)
1959
yılında ABD'de ki bir ilkokulun öğrencilerine, 50 yıl sonrasının öğrencilerine
mesajlarını ileten birer resim çizdiriliyor. Bu resimler paketlenip okul
binasının ana girişinin altına gömülüyor ve 2009 yılında tekrar açılıyor.
Caleb'e, tuhaf ve itici kız Lucinda'nın rakamlarla doldurduğu kağıt düşüyor.
John oğluna gelen kağıttaki sayıların felaketlerin hangi tarihte, nerede
olacağını ve kaç kişinin öleceğini gösteren şifreler olduğunu (ayık kafayla pek
dolaşmasa da) kısa zamanda çözüyor.
Kötü
filmlerin en kötülerinden biri. Sıkıcı, kötü bir senaryoya ve kötü oyunculara
sahip bir filmin sonunda, dönen işlerde uzaylı Nuh peygamberlerin (!) parmağı
olduğunu öğrenip koltuklarımızdan düşüyoruz :). Uzaylılar ya da uzaylıları elçi
olarak kullanan Tanrı, yine insanlığın durumunun kötüleştiğini görmüş,
düzeltmek için çocukları uzaya çekip büyükleri de güneş ışınlarında yakmaya
karar vermiştir.
Güzel
birer uçak kazası sahnesi ve metro kazası sahnesi var. Sonda dünyanın (ABD,
özellikle New York) yanarkenki hali ilginç.
Hastalıklı
zihin yapılarının ürünü olan bu şeydeki en fantastik şey bence son derece itici
olan küçük Lucinda'nın, büyüyünce evlenecek ve kendisinden çocuk sahibi olacak
bir erkek bulabilmiş olmasıdır :)
04
Ekim 2009'da 42.046 oya göre imdb.com puanı 6,5.
Küçük Kıyamet (2006) 7/10 Yönetmenler ve Öykü
Yazarları: Yağmur Taylan, Durul Taylan, Senaryo: Doğu Yücel, Müzik: Kevin Moore
Türkiye;
85 dakika
Oyuncular:
Başak Köklükaya (Bilge Bektan), Cansel Elçin (Zeki Bektan), İlker Aksum (Ali;
ölüm), Binnur Kaya (Filiz; bakıcı), Serra Gürgünlü (Eda Bektan), Bora Akkaş
(Batu; komplo teorilerine düşkün genç), Ece Ekşi (Didem; Batu’nun ablası), Arda
Seçilmiş (Alp Bektan; bebek), Berrin Arısoy (Belgen), Eli Mango (Bilge’nin
annesi), Şinasi Yurtseven (Çaycı)
İki çocuklu bir aile, iki
yeğenlerini de alıp Fethiye’ye, kiraladıkları bir köy evine gidip kırsal bir
tatile çıkar. İstanbul’dan ayrıldıkları günden önceki gece İstanbul’da orta
şiddette bir deprem olmuştur. Evin annesi Bilge, annesini 17 Ağustos 1999 Gölcük
depreminde enkaz altında yitirmiştir.
Ucuzcu olduğundan etkileyici olmayan
deprem efektlerinin, başarısız felaket ve enkaz koreografisinin, uzatılmış
finalin çok zayıflattığı ama yine de etkileyici, sıra dışı, hüzünlendirici bir
yerli sinema örneği.
Öldüğünün farkında olmayan ölüleri
(!) anlatan “Jacob’s Ladder / Dehşetin Nefesi” (1990), “The Sixth Sense /
Altıncı His” (1999), “The Others / Diğerleri” (2000) filmleriyle ruh kardeşi.
Kadının (Bilge), kocasının (Zeki)
bakışlarının güzel kadınlara takılmasını fark edişi, kocanın da bu fark edişi
fark edişi ilgi çekici bir detay çalışması. Öldürülen böceklerin “cesetlerine”
gösterilen ilgi de öyle.
Kadının “Buralarda akrep, yılan
filan yoktur değil mi?” sorması şunu düşündürttü: Kırım Kongo Kanamalı Ateş hastalığı
bulaştıran ve bu güne kadar 39 kişiyi öldüren keneler henüz ortaya
çıkmadığından kadın kenelerden endişe duymuyor. Her filmin ancak kendi
yapıldığı devrin kaygılarını yansıtabileceğine dair ilginç bir örnek. Kaygı hep
var, nedenleri çeşitleniyor. Bazı nedenler ortadan kalkıyor: Çiçek hastalığı
artık kaygı kaynağı değil.
18 Eylül 2009’da imdb.com notu 951
oya göre 7 [izleme tarihi Temmuz 2009]
Lakposhtha
Parvaz Mikonand
/ Turtles Can Fly / Kaplumbağalar da Uçar / Kaplumbağalar Uçabilir
(2004) 10/10
Yönetmen, Senarist: Bahman Ghobadi
İran,
Irak, Fransa; 94 dakika
Oyuncular:
Soran Ebrahim (Satellite / Uydu), Avaz Latif (Agrin; kız), Saddam Hossein
Feysal (Pashow / Paşo; topal), Hiresh Feysal Rahman (Hengov), Abdol Rahman
Karim (Riga), Ajil Zibari (Shirkooh)
Dünyanın unuttuğu insanları
destanlaştıran bir film.
ABD’nin Saddam Hüseyin’i
devirmesinden hemen öncesinde Irak’ın kuzeyinde Türkiye sınırına yakın bir
yerde geçiyor olaylar.
Bu filmde, Halepçe’de Irak
askerlerinin tecavüzüne uğrayan bir kız vardır. Bu kızın mecburen doğurduğu,
kardeşim diye tanıttığı küçük kör bir çocuğu vardır. Bu kızın kolları mayın
patlamasında kopmuş bir ağabeyi vardır. Bu filmde, mayın ve boş top mermisi
kovanı toplayıp satarak karnını doyuran, çoğu mayından sakatlanmış kurumuş üzüm
gibi çocuklar var. Bu filmde sefaletin, dağlara taşlara, göllere bile işlemiş
sefaletin şiiri var.
Theodor Adorno, “Auscwitz’den sonra
şiir yazmak günahtır” demiş. Yazılır hocam yazılır, ama işte böyle yüreğe asit
gibi damlayan bir şiir yazılır.
İnsanı izlerken silkeleyen,
mahveden, unutulmaz, bir film. Sanki hepimiz mayın tarlasındaki kör çocuğuz.
Sanki hepimiz o küçük kıza tecavüz ettik. Ey Amerika sen kimsin ve nereye
demokrasi getiriyorsun? O topraklarda dönen oyun çok büyük, o oyunun kurbanlarının
acısı çok büyük. Oraya önce gülebilme umudu gelmeli…
Bu film komşularımız tarafından
çekilmiş. Bize batılı dağıtımcılar tarafından ulaştırılıyor. Çünkü bizim
kaderimiz aslında çok benzer olan komşularımızla iletişimimiz çok zayıf. Bu
yüzde filmin başında ve sonunda görünen ve etrafındaki kurdelenin üzerinde “Ars
Gratia Artis / Sanat Sanat İçindir” yazan MGM aslanı kükreyince şaşırmayalım.
09 Nisan 2009 tarihinde imdb.com
notu 4056 oyla 7,9. Ben 10 veriyorum. 1069 kişi (% 26,4) aynı puanı vermiş ki,
en fazla verilmiş not da bu.
Låt den Rätte Komma In / Let the Right One In (2008) 7/10
Yönetmen: Tomas Alfredson, Senaryo: John Ajvide Lindqvist (kendi romanından)
İsveç,
114 dakika
Oyuncular:
Kåre Hedebrant (Oskar), Lina Leandersson (Eli), Per Ragnar (Håkan), Patrik
Rydmark (Conny), Peter Carlberg (Lacke), Ika Nord (Virginia)
Küçük bir vampir kız ile 12
yaşındaki bir oğlanın birbirlerine duydukları sevgi.
Vampir kızın yaşlı koruyucusunun
delikanlıyı boğazlayıp kanını bir bidona akıttığı sahne, içeri davet edilmeden
girince Eli’nin kanamaya başladığı sahne, sondaki havuz sahnesi güç unutulur
cinsten. Yaşlı koruyucunun yerini filmin sonunda genç koruyucunun alması, belki
onlarca defa tekrarlanmış olan bu döngü de etkileyiciydi. Filmin konusundan çok
atmosferi etkileyici.
Bu filmin 2 CD’lik VoMiT sürümü
DVDRip DivX sürümünün İngilizce altyazılarını Türkçe’ye çevirip internette
yayınladım.
01 Mart 2009 Pazartesi günü imdb.com
puanı 14.303 oyla 8,2. “Top 250” listesinde 188. Sırada. Ben 7 puan verdim.
1446 kişi (%10,1) aynı notu vermiş.
Land and Freedom / Ülke ve Özgürlük (1995) 4/10
Yönetmen: Ken Loach, Senaryo: Jim Allen
Büyük
Britanya, İspanya, Almanya, İtalya; 104 dakika
Oyuncular:
Ian Hart (David Carr), Rosana Pastor (Blanca), Iciar Bollain (Maite), Tom
Gilroy (Lawrence), Marc Martinez (Juan Vidal), Frederic Pierrot (Bernard
Goujon)
Ken Loach İspanyol İç Savaşını,
savaşa gönüllü olarak katılan bir İngiliz’in gözünden ve Stalinci olmayan
komünistlerin gözünden anlatarak gönül borcunu ödemek, gençlere tarih dersi
vermek, eski tüfek solculara da selam çakmak istemiş sanki.
Uzun tartışmalarla dolu bir tarih
dersi izlemek istiyorsanız ve her fırsatta hizipleşmeyi başaran insanlığın
hüzün veren açmazını görmek istiyorsanız buraya buyurun.
28 Mayıs 2009 tarihinde imdb.com
notu 7,5 (3362 oya göre). Ben 4 verdim. 45 kişi (% 1,4) aynı puanı vermiş.
Little Children
/
Tutku Oyunları
(2006) 10/10
Yönetmen: Todd Field, Senaryo: Todd Field, Tom Perrotta, (Tom Perrotta’nın
romanından)
ABD,
130 dakika (127 dakika), 18+
Oyuncular:
Kate Winslet (Sarah Pierce), Patrick Wilson ( Brad
Adamson), Jennifer Connelly (Kathy Adamson), Gregg Edelman (Richard Pierce),
Sadie Goldstein (Lucy Pierce), Ty Simpkins
(Aaron Adamson), Noah Emmerich (Larry Hedges; eski polis), Jackie Earle Haley
(Ronnie J. McGorvey; sübyancı), Phyllis Somerville (May McGorvey; sübyancının
annesi)
Sarah mutsuz bir evliliği olan bir
ev hanımıdır. Hayatındaki tek macerası 3 yaşındaki kızı Lucy’yi oyun parkına
götürmektir. Brad mutsuz bir ev beyidir. Karısı çalışıp evi geçindirmektedir.
Brad’ın iki macerası vardır: Küçük oğlu Aaron’u çocuk parkına götürmek ve
akşamları mahalleli (Woodward Court) erkeklerle Amerikan futbolu oynamak. Sarah
ve Brad’in yolları adeta kaçınılmaz olarak kesişir.
Cinsellik, cinsel sapkınlık,
aldatma, toplumun dışlaması, ahlak bekçiliği, Madame Bovary romanı ve mutsuzluk
üzerine bir başyapıt. Herkes ama özellikle Kate Winslet ve J.E. Haley harika
oynamış.
Kadın ve erkeğin ailedeki geleneksel
rollerinin değişimini çok güzel sergileyen Brad – Kathy evliliği özellikle çok
düşündürücü. Hikâyeyi sadece bir aldatma hikâyesi olmaktan kurtaran en önemli dokunuş. Bir erkek bunu izlerken
kadınların nelerden eziklik hissettiklerini / hissedebileceklerini uzun süre
unutmayacak şekilde öğrenebilir. Bir örnek: Adam muhtemelen can sıkıntısını
biraz gidersin diye üç erkek magazin dergisi satın almaktadır. Karısı kredi
kartı hesap ekstresinde bu dergilerin adlarını işaretleyip “Bunlar gerekli mi?”
diye yazar. Adam da ister istemez gerekli olmadığı “kararı”na varır. Hayat
sadece karnının doyması değildir ki…
Final biraz problemli: İki
başkahraman sıkıcı (sıkılmakta haklı oldukları önceki iki saat boyunca çok iyi
anlatılmış) hayatlarına, yaşadıkları “uç deneyimler” sayesinde geri dönerler.
Adeta ölümü görüp sıtmaya razı olurlar. Sübyancı Ronnie de, ahlak bekçisi
Larry’nin şefkatini ancak annesi öldükten ve kendisini hadım ettikten sonra hak
eder. Ama bu finali senaryonun önceki iki saatteki ustalığı nedeniyle fazla
dert etmiyorum.
18.01.2009 Pazar tarihinde imdb.com
puanı 7,9 / 10; 27.444 oyla. Ben 10 / 10 puan veriyorum. 4.703 kişi (%17,1)
benimle aynı fikirde.
Lonely Hearts / Yalnız Kalpler (2007) 3/10
Yönetmen ve Senarist: Todd Robinson
Almanya,
ABD; 103 dakika
Oyuncular:
John Travolta (Dedektif Elmer Robinson), James Gandolfini (Dedektif Charles
Hilderbrandt), Jared Leto (Ray Fernandez), Salma
Hayek (Martha Beck)
Raymond Martinez “Ray” Fernandez ve
Martha Beck adlı birlikte çalışan iki seri katilin ve onların peşindeki
polislerin ticari sinema diliyle olabileceği kadarıyla gerçek öyküsü. İkili,
gazetelerin ve dergilerin “Yalnız Kalpler” sayfalarına ilan veren “evde kalmış
kızları” tuzaklarına düşürüp paralarını ellerinden alan ve sonra da onları
öldüren ölümcül bir dolandırıcı çifttir.
Standart polisiye gerilim öyküsü.
Sinema sanatı ya da tekniği adına yeni hiçbir şey yok. ABD’nin şöhretli
manyaklar albümünden iki portreye daha saygı duruşunda (!) bulunmuş yapımcılar.
Takipteki polisin özel hayatlarından kesitleri ya da cesetlere yüzlerini
buruşturarak bakmalarını gösterince insani olmuş olunmuyor.
19 Eylül 2009’da imdb.com notu 7.794
oya göre 6,5 [izleme tarihi 23 Temmuz 2009].
Lord of the Flies / Sineklerin Tanrısı (1963) 4/10
Yönetmen ve Senarist: Peter Brook (William Golding’in romanından)
Büyük
Britanya; 92 dakika
Oyuncular:
James Aubrey (Ralph), Tom Chapin (Jack), Hugh Edwards (Piggy), Roger Elwin
(Roger), Tom Gaman (Simon), Roger Allan (Piers), David Brunjes (Donald)
William Golding’in romanının soluk
bir uyarlaması. İnternette bu filmin en iyi edebiyat uyarlamalarından biri
olduğuna dair bilgiler gördüm. Kesinlikle katılmadığım görüşler. Ayrıca bu
film, izlediğim filmler içerisinde en berbat fon müziği kullanımı örneklerinden
birisini teşkil ediyor.
18 Eylül 2009’da 4.858 oya göre
imdb.com notu 7,1 [izleme tarihi 06 Temmuz 2009].
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder